Her yaratıcı sürecin başında şu soru ile yüzleşirim: Bunun bir anlamı, bir değeri var mı?
Bu sorunun temelinde İblis’in iddiası yatar: “İnsan değersizdir, varlığı yetersizdir.” Bir yandan, aynı ses der ki; “Kimse görmeyecek, kimse bilmeyecek, kimse anlamayacak. O zaman neden çabalayasın, neden kendini paralayasın?”
Halbuki yaratıcı faaliyetin amacı hiçbir zaman çokluka yönelmek değildir. Birey’in düşüncesi çokluka, yani halka, yöneldiği takdirde dağılıp parçalanır ve bütünlüğünü yitirir. Bu durumda, kişi Birey’liğini yitirerek halkın içinde eriyip gider. Bir’den fazla kişinin “düşüncesi” olmaz. Düşünce, Birey’e aittir. Halk, Birey’den tezâhür eden düşünceyi özümser; Ferdi Birey, İnsan-ı Kâmil’dir. Bu minvâlde, halk ya İblis’in iddiası ile Hakk’tan uzaklaşır, ya da Ferdî Birey’in düşüncesini ve öğütlerini dinler. Ferdî Birey, Hakk’ı tavsiye eder ve onun kelâmını dinleyen, Birey’leşme yolunda ilerler. Onun Kelâm’ı ile mayalanır.
Çocuklar çabuk sıkılırlar. Kendilerine hemen oynayacak bir oyun bulur ya da icat ederler. Çocuk için, yaratıcı faaliyetin (oyun) önünde duran içsel bir engel yoktur. Fakat zamanla, çocuk toplumun dogmatik ve katı yapısını keşfeder. Ergenlikten sonra oluşan cinsî belirginleşmenin de etkisi ile, dünyayı algılama biçimimiz farklılaşır. Giderek değer algımızı dışsal unsurlara bağlar hâle geliriz. Oysa yaratıcı faaliyet her zaman içsel kökenlidir.
Artık sergilediğimiz her yaratıcı faaliyet, kendimizi anlama yolundaki tüm çabalarımız, İblis ile bir yüzleşmeyi ve iddiasına vereceğimiz cevabı içerir:
- “Gerçekten bunun bir değeri olduğuna mı inanıyorsun?”
- “Evet! Evet, insanlığın değerine inanıyorum! Yaratıcımın inandığı gibi.”
24.04.2024