Diyalektik Problemi

Burada bir kimlik/tavır söz konusudur ki, özne-nesne probleminin temelini oluşturur.

3. Ontolojik Düzey’in “kısmî bilgi” ile, 4. Ontolojik Düzey’in ise Bütüncül Bilgi ile alâkalı olduğunu söylemiştik.

Burada bir kimlik/tavır söz konusudur ki, özne-nesne probleminin temelini oluşturur. Şöyle ki; 3. Ontolojik Düzey’de, Soru ve Cevap ayrışmış durumdadır. İkisinin arasına “Ben” denilen şey girer. Böylece Ben Olan, Soru sorar; ve Sen Olan, Cevap verir. Bu durumda bilgi için “kısmî” deriz; keza Soru’yu soran Ben’in, Cevap veren Sen’e “göreceli konum”una göre “kısmî bilgi”nin niteliği değişir.

4. Ontolojik Düzey’de ise, açığa çıkan bilginin Bütüncül Bilgi oluşu gereği, Soru ve Cevap iç içedir. Yani Soru, Cevab’a eşittir; keza Ben Olan “aradan çekilmiştir”. Bu durumda, aynı zamanda Ben’in Sen’e olan “göreceli konum”undan söz etmeyiz. Keza Ben-Sen ikiliği de, Soru-Cevap ikiliği gibi Bir’lenmiştir. Aynı durum İç-Dış diyalektiği için de geçerlidir. Bu sebepten; 4. Ontolojik Düzey’e tekâbül eden Nefs-i Mutmainne, (Yeşil) Zümrüt Levha’ya yazan İdris Peygamber’in tavrıdır. O da der ki: “Şurası gerçek, doğru ve kesindir ki; aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.”

Böylece, Vahy’in Çok-Yönlülüğü’nde bahsettiğimiz gibi; 4. Ontolojik Düzey’e tekâbül eden Vahiy, “çok-yönlü yorumlanabilirlik”e sahiptir. Zira Merkez’den Söz’e gelir. İç-Dış diyalektiği ise, Zaman-Mekân diyalektiğinin esasını oluşturur. Zaman İç’e, Mekân Dış’a tekâbül eder. “Göreceli konum” Merkez’e indirgendiği için, Nokta misâli, “Söz’e gelen” belirli bir Zamansal Nitelik’in tezâhürü olan bir Arketip, başka bir ifade ile bir Sabit Anlam’dır. Kur’an’da da görülebileceği gibi, Ben-Sen diyalektiği Bir’lenmiştir. Bir Olan’ın Soru’su ise bir Cevap niteliğindedir ve tersi de geçerlidir.

Misal; “…akletmez misiniz?” diye sorarak, aslında cevaben der ki, “… akledin, belli ki akletmiyorsunuz.”. Bu, aynı zamanda İslam Sanatı’nda da görülen Simetri’nin de Ontolojik Köken’ini oluşturur.

3. Ontolojik Düzey’de ise; Soran, İçeri’den sorar ve Dışarı’dan Cevap alır. Dış’sal olanın “göreceli Mekânsal Konum”una göre bir Cevap alır. Bu İlham’ın esasını oluşturur.

Bu sebeplerden, önceki yazılarımızda da bahsetmiştik, Nefs-i Mülhime “çok konuşur az söyler” ve Nefs-i Mutmainne “az konuşur öz söyler”. Gene, benzer sebepten, Mülhime “kısmî olan”ı biriktirme meraklısıdır. Mutmainne ise Bütünlük’ü sağlamak adına, gereksiz teferruatı Söz’den giderir.

Gene benzer sebepten, deriz ki Vahiy her Çağ’da geçerlidir, keza tabiatı Zaman-Ötesi’dir. İlham ise kısıtı bir Zaman aralığına hitap eder. “Kısmî bilgi parçaları”nı da, Kozmos’un Son Gün’üne kadar “yan yana dizip biriktirseniz” de, bu ona Bütün’cül olma vasfı kazandırmaz.

Misal; Matematiksel Sembolizm’de de, “parça”ları “analitik biçimde toplayarak” Boyut değiştiremezsiniz; Çizgi’lerin “analitik toplamı” Alan’ı vermez; İntegral işlemi gerekir, ve Alan “sentetik (sentez işlemi ile) toplam” ile elde edilir. Çünkü Boyut Değişimi gerekmiştir.

11.02.2024

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 511

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir