“Öğrenmek” için “Ruh’un akışı ile Şekil’lenme” demiştik. Varlık Manzarası’nda ise “varlıkların kuşatılıyor ve çevreleniyor oluşundan” bahsetmiştik. Ruh içinse “her şeyin içinden akan şey” demiştik.” Böylece diyeceğiz ki; her varlık Çevre’si ile olan etkileşimi sayesinde öğrenir, ve Ruh varlıklar arasında sürekli bir Akış hâlindedir.
Samed olan Allah müstesna, cümle varlıkların Boyutsal Özellikler ihtiva ettiğini söylemiştik. Bu bizi Sınır kavramına yöneltir. Zira herhangi bir Şey’i, bir varlık olarak algılayabilmemiz ancak o Şey’in Sınır’larını (Bilinc’imiz ile) kuşatmamız ile mümkündür. Böylece Sınır’larını çizerek algıladığımız şeyi, bir varlık olarak algılarız. Bu da “Varsayımlar”da bahsettiğimiz üzere Sayma’nın da ontolojik kökenini oluşturur.
“Sınır’lar çizerek algılamak/anlamak” esasen “tanımak”tır. Bu bağlamda “kendimizi tanımak”, “kendi varlıkımızın Sınır’larını (çizerek) bilmek”tir. Çevre’miz ile olan ilişkimiz olmaksızın var oluşa gelemeyeceğimiz için, kendimizi tanımamız Çevre ile olan ilişkimizin anlaşılması sayesinde mümkündür. Çevre için, tekrar edelim, “kendi varlıkımızı çevreleyen cümle varlıkların toplamını” kastediyoruz.
Bu minvalde Edep, “kendi varlıkının Sınır’larını bilmek”tir, ki bu aynı zamanda “kendini tanımak” anlamına gelir.
İnsan için Tanınmak çok değerli ve temel bir ihtiyaçtır. İnsan, kendisini tanımayanların arasında kendisi yabancı, mahzun ve boşlukta hisseder. Peki kendi kendisini tanımadığında ne olur? O zaman, Ömr’ü boyunca kendisinden kaçamayacağı için, göğsündeki “boşluk” ebediyen devam eder. İnsan’ın kendisine olan bu “uzaklığı” ve yabancılaşması ise Varoluşsal Kaygı ve Varoluşsal Anksiyete dediğimiz olguları meydana getirir.
18.08.2023