Nefs Okuması

Nefs-i Mutmainne’nin ve Nefs-i Mülhime’nin tecellî eden İletişim biçimlerine değinmeye devam edelim.

Nefs Okuması

Nefs-i Mutmainne’nin ve Nefs-i Mülhime’nin tecellî eden İletişim biçimlerine değinmeye devam edelim. Özellikle bu iki Ontolojik Düzey üzerinde durmamızın önemli bir sebebi var. Zira Mülhime’den önce, Kişi bilgi edinme mekanizmalarının çoğuna, neredeyse hepsine kapalıdır. Nefs-i Emmâre’de kör, sağır ve dilsizdir; Nefs-i Levvâme’den ise kendisiyle boğuşmak ile meşguldür.

Nefs-i Mülhime’de ise İlham’a açıklık kazanması ile birlikte, kısmî bilgi parçaları da olsa, bilgi edinebilme ve meleke geliştirebilme yeteneği kazanır.

Nefs-i Mutmainne’de “kısmî bilgi”nin Bütün’cül Bilgi’ye, İlham’ın Vahy’e dönüştüğünü söylemiştik. Nefs-i Mülhime’de ise, “kısmî bilgi” bu Birlik’e tekâmül etmediği için, iki yöne hizmet edebilir: Rahmânî ve Şeytânî olarak iki temel kategoriye ayrılır.

Rahmânî İlham, yüce İlke’ye yönelten, şifacı ve inşacı, ferahlatıcı bir nitelik taşırken; Şeytânî İlham ise alçaltıcı “sahte ilke”ye yöneltir, zarar veren ve sömürücü, daraltıcı bir nitelik taşır.

Rahmânî İlham, Kişi’nin kendisini ve diğer insanları Rahmân’ın Huzur’una yöneltmeyi amaçlarken, Şeytânî İlham Kişi’nin kendisinin “altında” gördüğü herkes ve her şey üzerinde zorba bir kontrol ve sömürü kurma niyetine sahiptir. Bu biçimde Şeytânî İlham’a yönelen Nefs-i Mülhime, hem kendi tekâmülünü hem de başkalarının tekâmülünü kısıtlar ve imkânsızlaştırır. Böylece Rahmânî İlham’ın tecellisi Huzur, Güven ve Bereket üzere iken; Şeytânî İlham’ın tecellisi Kontrol, Sömürü ve Güvensizlik üzeredir.

Ontolojik Tekâbüliyet

Şimdi, tüm bunlardan bahsettik, keza bu Ontolojik Düzey’ler, aynı zamanda her çağ ve coğrafyada tecellî eden Ontolojik İlke’ler olarak da ele alınabilirler. Mikro ve Makro Kozmos arasındaki tekâbüliyetten ötürü, bir İnsan’ın Hikâye’si aynı zamanda tüm İnsanlık’ın Hikâye’sidir. Bahsettiğimiz Ontolojik Düzey’ler, her çağ ve coğrafyada mevcut olduğu için, onların İletişim’i de mevcut Çağ’ın sosyal dinamiklerini oluşturur aynı zamanda. Böylece Nefs Mertebeleri’nin bilgisi ile, yani her bir Mertebe’deki Zamansal niteliklerin ve bunların Mekânsal tezâhürlerinin bilgisi ile, Kişi içinde bulunduğu Çağ’ın Zamansal niteliklerini ve bunların Mekânsal tezâhürlerini okuyabilir.

Ikra’bismi rabbikellezi halak.

Oku, Yaratan Rabb’inin adı ile.

Alak Suresi 1. Ayet

Böylece Toplum’da da çokluk ve Bir’lik, kesret ve Vahdet görülebilir; çoklukların ise nasıl bir gruplaşma mekaniği/dinamiği sergilediği incelenebilir. Daha da kapsamlı düşünerek, diyebiliriz ki Tekâbüliyet İlkesi gereği, Kozmolojik dinamikler ve varlıklar arası ilişkiler de, bu Ontolojik Düzey’ler üzerinden okunabilir. Yani Nefs Mertebeleri üzerinden.

Kırmızı’dan Yeşil’e, Emmâre’den Mutmain’e

Hazır sırası gelmişken, Nefs-i Emmâre’den ve Levvâme’den de bahsedelim. Nefs-i Emmâre’den başlayalım. Nefs-i Emmâre, kendi çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen/düşünemeyen, Bilinç’in adeta nâmevcut olduğu Nefs Mertebesi’dir. Bu hâliyle, Nefs-i Emmâre yetiştiği Kültür ortamından edindiği davranış repertuvarını sınırı belirsiz kez tekrar eder. “Sınırı belirsizlik” için “sonsuz” kavramı da günümüzde kullanılıyor, fakat sonuçta her kâbus, her ne kadar uzun sürerse sürsün, elbet bir gün biter.

Kültür ise tam anlamıyla “yetişme ortamı” anlamına gelir. Misal, bir bitki yetiştiği topraktan ihtiyacı olan besinleri edinir. Bu onun Kültür Ortamı’dır. Benzer şekilde, her Birey doğduğu Aile ve Toplum’dan bu “besinleri” edinir. Bunlar belirli durumlar hakkındaki belirli davranış ve düşünme biçimleri, ve Kelime’lerdir. Her Çocuk ise Fıtrat üzere, yani temiz ve masum bir tabiat ile doğup; Kültür Ortamı’nda bulunan toksisite/zehir Kişi’nin Nefs’inde sakatlıklara ve yaralara yol açar. Bunlar ise, tedavi edilemeyince, fizyolojik yaralara benzer biçimde, kalıcılaşma ve “katılaşma” riski taşır. Bu durumda Kişi, yaşadıklarını çevresindekilere de yaşatır, başta çocuklarına. Ki bu da kendi başına gelen durumun aynısıdır. Böylece Nefs-i Emmâre, Bilinç’siz Döngü’lerin, ışıksız ve karanlık diyarıdır. Bu Döngü kavramını hususen vurgulayalım. Keza ileride Şeytânî İlham’ın “pisliğini” incelerken, buraya tekrar değineceğiz.

Nefs-i Levvâme, mücadelenin başlangıç yeridir. Ve bitmeyen, bitmeyecek bir kavganın diyarıdır. Burada Kişi, ilk defa bir şeylerin yanlış olduğunu fark eder. Psikoloji gibi Kişi’nin davranışını inceleyen İlim alanları, burada aynı zamanda oldukça fayda sağlar. Sanat, Şiir, Edebiyat, Felsefe ve Teoloji gibi Zihnî Faaliyet Alanları da Kişi’nin kendi Nefs Matrisi’ni çözümlemesine fayda sağlar. Nefs Matrisi ile ise, Nefs-i Emmâre’deki programlar/şablonlar/şartlanmışlıklar toplamını kastediyoruz. Nefs-i Levvâme’de Kişi, gerçekte yaşamadığı, fakat ancak hayatta kaldığını fark eder. Bilmediğini kabul edecek cesaret ile, öğrenme yolculuğuna başlayabilir hâle gelir.

Gerçi hâlen bilgi ve farkındalık eksikliğinden ötürü, içinde bulunduğu durum hakkında sıklıkla yanılgıya kapılır. Bazen kendisinde olmayan hataları kendisine atfeder. “Kendisini kınayan Nefs” anlamına gelip, Nefs-i Levvâme kendinde hata bulur fakat bunları çözümleyemez ve İlmî kökenlerini idrak edemez.

Bundan sonra, Nefs-i Mülhime işte bu İlmî kökenleri araştırabilen bir niteliktedir. Araştırmanın ötesinde, Nefs-i Mülhime “İlham alan Nefs”tir. İlham ise, bahsettiğimiz gibi, bir İlham Kaynağı’ndan “alınır”. Ve tam anlamı ile bu bir “alım”dır, yani Nefs-i Mülhime bu “kısmî bilgi”yi miras alır. Bu durumun farkında olsun ya da olmasın. Sonuçta “bilmek olmaktır”, veya günümüze bu sözü şu kelimelerle de uydurabiliriz: Bilgi, Zihin’de bir Şekil oluşması ile meydana gelir. Bunu beşerî düzeye uyarlayıp, biraz daha seyrelterek diyebiliriz ki: İnsan Zihni’nde Bilgi, nöral patikalardaki Şekil’lenmenin sonucu meydana gelir.

Sanırım İlham’ın doğası hakkında yeterince söyledik. İşin aslı şu ki, Nefs-i Mülhime İlham alsa da, İlham’ın Asl’ını idrak edemez. Yani Âlim olanın ancak Âlemlerin Rabbi Allah olduğunu, böylece Bilgi’nin ancak Hakk’a ait olduğunu kabul edemez. Bilgiyi, ki onun Ontolojik Düzey’inde bu “kısmî bilgi”dir, sahiplenir. Keza Başlangıç ve Son’u, ve böylece kendisinin de içinde yer aldığı Bütün’ü, Hakk’ı kabulden âcizdir.

Başlangıç ve Son, Doğum ve Ölüm’dür. Daha doğrusu beşerî tecellisi bunlardır. Böylece, Başlangıç ve Son’u idrak, zorunlu olarak beşerî bireyselliğin (tecellinin) Doğum ve Ölüm’ünün idrâki anlamına gelir. Ölüm idrâki ise, Kişi’yi bilgiyi sahiplenmekten alıkoyar. Dili tutar ve gereksiz kelimelerin acısını yüreğe işler. Bu aynı zamanda Hakk’a karşı âcizliğin idrâkidir.

Sessizliğinde varlığının sürekli ağırlığını taşır.

24.11.2023

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 511

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir