Arı Oyunu

Sınıfa bir arının girmesi ile başlayan bir çocukluk anım...

Bir ilkokul anımı anlatmak istiyorum. Galiba 1. veya 2. sınıfa gidiyordum. Sınıfın penceresi açıktı. İçeri bir arı girmişti. O dönemler bazı şeyleri anlamıyordum; mesela insanların neden grupları halinde hareket ettiklerini veya neden hemen yanlarındaki kişi nereye giderse, onu takip ettiklerini. Doğrusu bu bana çok yorucu geliyordu, ve hala da hislerim bu yöndedir. Neyse, hikâyemize dönelim.

Sınıftaki kızlardan birisi “Sınıfa arı girdi!” diye bağırıp çığlık atmaya başladı. O zamanlar kızların korkaklığını hep can sıkıcı bulurdum. Sonra bunlardan birisi arının olduğu yönün tam zıddına, ki benim oturduğum sıranın yanındaki sıradan girmişti, yani benim tam karşı tarafıma doğru kaçışmaya başladı. Hemen yanındaki de aynını yaptı, ve onun yanındaki de… Kısa süre içerisinde çocuklar bu “arıdan kaçış” oyununda, sürü halinde rüzgarda savrulur gibi bir sağa bir sola savruluyordu. Ben ise, söylediğim gibi, bu oyunu yorucu bulduğum için sıramda sabit oturuyordum.

Gerçi benim de oynadığım başka bir oyun vardı. Tek kişilikti ama arıyı da sayarsak belki iki kişilik de diyebiliriz. Herkesin çok korktuğu şu arıyı, ben doğrusu acayip merak ediyordum. Yani tanımak istiyordum. Yakından görmek de istiyordum

Şunu da eklemek isterim ki; herkes arılar hakkında böyle acayip bir korku beslediği için, ben de biraz heyecanlanmıştım. Çünkü söylenilenler doğru mu değil mi bilmiyordum. Gelin görün ki, şu ana kadar bir arının bana zarar verdiği olmamıştı. Kısacası insanlar “arıların korkulası olduğu” iddiası içindeydiler fakat herhangi bir zararlarını görmemiştim.

Daha sonra arı etrafımda biraz dolanmıştı ve sınıf arkadaşlarımın söylediğine göre başıma konup, sonra da uçup gitmişti. O gün bu gündür, arıların sesi beni heyecanlandırır ama korkutmaz.

Bu olayın yaşandığı 2007-2008 yıllarından, bugüne kadar geçen 15 sene içerisinde de arıların bir zararını görmedim. Göreceğimi de zannetmiyorum. Keza arı “kendisine vahyedilen” bir canlı olduğundan, böyle bir zarar da ancak Allah’ın emri olurdu.

Bu hikâyeden bazı psikolojik ve sosyolojik, hatta belki ontolojik tespitler yapılabileceğini düşünüyorum. Değişkenler ve sabitler, korkanlar ve heyecanlananlar, çokluk ve teklik, isteyenler ve istemeyenler, neden istediğini bilmeyenler ve neden istemediğini bilenler… Çocuklar ve oyunları… Arı ve nifak (ayrışma)…

Tabii, belirtmeden geçmeyelim; çocukların bu tavrı doğal olarak ebeveynlerinin tavırlarının bir yansımasıdır. İçten içe tüm çocuklar, sürekli bir “oyun oynama” halindendir, yani eylemlerinin bir “oyun” olduğunu içten içe bilirler. En azından benim çocukluğumdan hatrımda kalan bu histir. Çocukluğun bir lütfudur ki, bu oyunlar bazı sınırları asla aşmaz. Çünkü çocuklar, yetişkinlerin aksine bunun bir “oyun” olduğunun bilincindedir.

Sanırsam, ben de çocukken insanların söylediklerine pek kulak asmadığımdan, oyunlarım bu şekilde şekillenmişti. Sonuçta, insanların sözleri pek çok yalanı barındırır, hepsini ayrı ayrı tespit etmek ise zordur. Arılar, kediler ve ağaçlar ve üzerlerindeki karıncalar, yalan söyleyemediklerinden onları dinlemek daha kolaydır.

14.10.2023

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 524

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir