Bir varmış, bir yokmuş… Develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Adı sanı bilinmez bir adamdım, yaşardım. Nereden geldim bilinmez, nereye giderim bilmezdim. Bir aşk ki düşmüş başıma, sırtlamışım Kaf Dağı’nı. Şimdi geziyorum, sırtımda Kaf Dağı.
Sırtımda Kaf Dağı, kime ne fayda? Hep yollarda, varış nereye? Böylece karşılaştım, Kırmızı elbiseli bir kadın ile. Aşk bu ya, bize mi soracak düşeceği yeri? Böylece vuruldum, Kırmızı elbiseli Kadın’a .
Dağı taşımak bir şey, dağdan taşan Pınar başka… Tutuldu dilim, zar zor söyledim, nedir dileğim:
Bir yük var sırtımda
Saçmalarsam aldırma
Vurulum altın saçlarına
Dile benden, senindir sırtımdaki dünya!
Kırmızı Kadın sordu:
Ben dünyadan korkarım
Kendime gardiyan ararım
Senin şu sırtındaki
Dövebilir mi, her önüne geleni?
Şaşırdım ve cevap verdim:
Kaf Dağı’dır sırtımdaki
Tüm güzelliklerin evi
Ve değildir dağların niyeti
Pirelerin ezilmesi.
Böylece reddedildim, Kırmızı Kadın tarafından. Devam ettim yoluma, düşünerek, dertli: Neden ezsin ki Dağ, pireleri?
Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim. Bu sefer Turuncu elbiseler giyen bir kadın ile karşılaştım. Aşıktır bu, yoktur başka işi. Vurdu gene bizi.
Söyledim gene dileğimi:
Senle aynı masaya oturduk
Aynı havayı soluduk
Omzuma yasladığın gibi
Yaslan ona, getirdim sana, Kaf Dağı’nı!
Turuncu’lu Kadın sordu:
Ben bir güzelim
Üstüme güzellikler dilerim
Çıkar mı Kaf Dağı’ndan
Mücevher alacak altın?
Üzüldüm ve cevap verdim:
Elbet ben de isterim
Güzellikler süslesin güzeli
Fakat Kaf Dağı değil bir altın madeni
Oyulmaz onun içi, almak için birkaç mücevheri.
Böylece reddedildim, Turunculu Kadın tarafından. Yollara koyuldum, kırgın, söylenerek: Altın mıdır ancak, Kutsal Toprak’tan dileğin? Kaf Dağı değil, ama oyuldu kalbim. Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim. Yürürken düşündüm: Görmüyorlar, sırtımdaki ateşi.
Herhalde çözdünüz işi. Yollara vuruluyor bizimkisi. Bu sefer karşılaştım Sarı elbiseli bir kadın ile. Söyledim Sarı’lı Kadın’a, içimden geçenleri:
Sen ki, değilsin berikiler gibi
Sen ki, dinledin beni
Kaf Dağı’ndan yankılanan sesimi
Seninle konuşurken gördüm, gözlerinde sonsuzluğu
Gel tanış olalım
Gel yoldaş olalım
Tüm pınarlarım sana akar
Gel, o Sonsuz’a bakalım
Sordu bana, Sarı’lı Kadın:
Biz seninle konuştuk
Göz göze bakıştık
Kadehlere doldurdum, Pınar’ın suyunu
Çok sevdim, sarhoşluğunu
Şimdi senden dileğim
Tüm kadehlerimi doldurmanı dilerim
Her biri bir soru
Zekice cevaplar isterim.
Güldüm ve cevap verdim:
Sevindim, o Pınar’dan içmene
Seninle bildim
Dönermiş dilim
Duyulurmuş sözlerim
Gel gör ki sevdiğim
Ben Pınar’ın sahibi değilim
Sahibi ötededir
Bırak kadehleri, ötelere gidelim.
Böylece reddedildim, Sarı’lı Kadın tarafından. Uzaklaşırken düşündüm, ne kadar zamandır yollardaydım? Kendi kendime dedim: Hepsi yerindeydi bu kadınların, onlar bilmiyor, yürüyenin hâlini. Ve yürüten sebebi. Bilmiyorlar ötelere gideni, ve ötelerden geleni. Anlıyorum artık, ben yolların adamıyım. Kendime ancak yoldaş aramaktayım. Bu dert ki, kendime aittir. Dağın yükü benimdir.
Artık yürüdüm arkama bakmadan. Teklifler için durmadan. Yolu yürümektir, Aşk’ın yolu. Zaman ki, susmak zamanı. Benlik susacak, sular konuşacak.
Böyledir işin sırrı. Konuşanlar bilmiyor, bilenler konuşmuyor. Irmak usul usul şırıldıyor. Cennet’in altında akıyor. İşte bir mûcize! Yeşil elbiseli bir kadın, diğerleri gibi değil, o yolu yürüyor.
Böylece Adem ve Yeşil’li Kadın dost oluyor, birlikte yürüyor. Soru yok, tüm sorular Ân’da soruluyor. Cevap yok, tüm cevaplar Ân’ında veriliyor. Anlayana Sır budur, tüm cevaplar Irmak’tan sorulur.
Soru kadehleri, bir bahanedir ancak. Yeşil Kadın… onunla bildim adımı. Adı Havva, Adem’in yoldaşı. Artık ne zaman yorulursa, Kaf Dağı’nın Irmak’ından içer cevabını. Hakikat budur: Aşık’ları ancak yollar buluşturur.
30.08.2023