Gök’e Yükselen Kule

“Yükselme” arzusu, içten içe beşerin “tanrılaşma” isteğinin (bilinçsiz) bir yansımasından ibarettir.

Bir İnsan’ı değerli kılan şey, üretici/yaratıcı vasıflarıdır; ünvanı, makamı, attığı imzaya diğer insanların atfettiği önem değil. Düşündüğümüz zaman, etki eden, fayda sağlayan asıl şey de bu yaratıcı eylemdir.

İnsânî Yaratım, bu şekilde İnsan’ı Hakk’a yakınlaştırır. Kur’an’da görüyoruz ki, emek ve değer üretmek, helal rızık için çalışmak da bir ibadet sayılmaktadır.

İnsanoğlu’nda ise kolaya kaçmak isteği, bununla beraber hırs ve kibir, üretici/yaratıcı eylemi kısırlaştırır. İhtirasları ve baş olma sevdası ile İnsanoğlu, diğer İnsan’lar üzerinde tahakküm kurma isteği gibi fesat bir arzu barındırır içinde.

İnsanoğlu kendi elleriyle kurduğu, hayâli ve vehim üzere kurulu sistemler aracılığıyla, “basamak basamak yükselerek” bu arzusunu tatmin etme çabasında bulunabilir/bulunur. Bu “yükselme” arzusu, içten içe beşerin “tanrılaşma” isteğinin (bilinçsiz) bir yansımasından ibarettir. Oysa Âlem’i seyrettiğimizde görürüz ki, Tanrı’ya yakın olmak ancak İnsânî Yaratım eylemini sergilemekle ve hiçbir Eser’i “sahiplenmemek” ve hepsini “hediye etmek” ile mümkündür. Tabii burada, belirtmeden geçmeyelim, “İnsânî Yaratım”ı oldukça genel ve kapsamlı bir anlamda kullanıyoruz, ki kapsamından ve tanımından bahsetmiştik.

İnsanoğlu’nun bu “yükselme” çabasını, Cem Yılmaz “A.R.O.G.” adlı filminde çok güzel karikatürize eder. “A.R.O.G.”da, Arif zamanda geriye ışınlanır ve burada ilim ve bilim yobazı bir kabile ile karşılaşır. Buranın Şef’i kocaman taşları üst üste yığarak “Gökler’e ulaşabileceğini” zanneder. Bu otoriter-tiran karakter, bahsettiğimiz “yükselme ve tanrılaşma” arzusundaki, yıkıcı-yağmacı ve yobaz-bağnaz karakterin çok yerinde bir tiplemesidir.

İnsânî Yaratım ise hem Birey’lerin özgünlüğüne hem de İnsanlık’larına dayanır. Bir Şiir’i düşünelim. Birey’e “özgün”dür, çünkü onun kendi hikâyesinin bir ürünüdür. Fakat “sadece bireysel” değildir. Çünkü Ortak İnsânî Tecrübe ile tüm İnsan’lara hitap edebilir. Bu bağlamda İnsanlık’a hitap eder. Bu hakikat aynı zamanda tüm Semavi dinlerin, İslam’ın kaynağını oluşturur. Böylece İnsanlık’a hitap eden Bireysel Yaratım; Bilim, Sanat, Felsefe, Edebiyat, ve Din’in kaynağıdır. İnsanlık’a hitap eden İnsânî Yaratım, böylece İnsan’ın kendi bireysel yaratımı/üretimi ile, Biz’i birbirimize bağlar. Yani bu İnsanlık ile bağı diri olanları, ya da en azından ölü olmayanları.

Güzellik’in ne’liğinden “Varlık’ın Güzelliği” yazımızda bahsetmiştik. Bu minvalde İnsan’ın Kendi Varlığı’na ve diğer varlıklara gösterdiği alâka Güzellik’i meydana getirir. Bu birbirimize belki maddî anlamda değil ama mânen “dokunabilmemizi” sağlar. Biz’i birbirimize bağlar Böylece Biz’i bir arada tutan, ne maddî düzlem ne de ekonomik ihtiyaçlardır. Biz’i bir arada tutan İç’imizde yaşattığımız, ve İnsan’lardan yansımasını Gönül’de seyrettiğimiz, İnsanlık’ımızdır.

Bu da ilginç biçimde şu anlama gelir: Bizi İnsan’lara yakınlaştırabilen tek şey, kendi İnsanlık’ımıza dönüşümüzdür. Yani “İç’e dönüş”tür. Zâhiren ilk bakışta çelişik görünebilir, fakat odağımızın Dış’sal olana kayması, bizi hem kendimizden, hem de diğer İnsan’lardan uzaklaştırır.

Peki bu Ortak İnsânî Tecrübe nasıl mümkündür? Bunu mümkün kılan İnsanlık’ın, yani Nûr-u Muahmmedî’nin yaratıcısı olan Allah’tır. Böylece hepimizi birbirimize bağlayan, Gönül’lerin mimarı Hakk’tır. Demek ki İnsan’ın İnsan’a olan sevgisi, ancak ve ancak Hakk’a (yani Mutlak Varlık’a) duyduğu muhabbet ile mümkündür.

07.08.2023

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 511

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir