Duvarın Ardındaki Kız

İnsan kendisi olduğunu nasıl hisseder? Kendini nasıl görebilir, bilebilir?

İnsan kendisi olduğunu nasıl hisseder? Kendini nasıl görebilir, bilebilir?

Geçenlerde bir dostum dedi ki: Kendimizi “öteki” üzerinden tanımlıyoruz. Bunun üzerine düşünürken hatırladım. Daha doğrusu zaten aklımdaydı, fakat farkında vardım ve Duvarın Ardındaki Kız’ı yazmam gerektiğini düşündüm.

Duvarın Ardındaki Kız, çocukluğumun “Gece vakti” anılarından. Çocukluğumda hep birisini ya da bir şeyi özlerdim. Özlerken neyi özlediğimi hatırlardım, o his geçince de unuturdum. Hatta özlerken, unutacağımı fark edip, üzülürdüm. Kısmen bununla alakalı, kısmen değil, Duvarın Ardındaki Kız.

Belki yalnız hissettiğimdendi, belki akranlarımla pek anlaşamadığımdandı, bilemiyorum… Geceleyin yatağımın kenarındaki duvara bakar, düşünürdüm, belki de düş kurardım:

“Acaba bu duvarın arkasında ne var?”. Gece vakti her şey daha belirsiz, daha mistik görünürdü sanırım. Sonra bir düşünce daha ekleşirdi kervana:

“Acaba bir yerde, dünyanın bir yerinde, beni anlayacak birisi var mıdır?”. Gece vakti, görüntüler ve düşler birbirine karışırdı. Belki bundandır, bu ikisi tek bir düşünce olurdu: “Acaba bu duvarın arkasında, beni anlayacak ([tercihen] güzel) bir kız olabilir mi?”. Ya da belki ilk ve tek düşüncem buydu ve yazarken bunları böldüm ve birledim. Doğrusunu Allah bilir.

Daha sonra elimi uzatır, duvara dokunurdum. Olabildiğince nazik bir biçimde. Çünkü O’nun da duvara dokunduğunu düşlerdim. Ama arada duvar vardı işte! İncecik, yumuşacık bir duvar. Çünkü duvara dokununca, bana böyle hissettirirdi. En azından O’na uzandığım zaman. Uzak, ayrı düşmüştük; böyle hisseder, böyle düşlerdim. Zaman ve mekân ayırmıştı bizi. Birbirimize olan sevgimizi bile kendine bağlamıştı: Sebeplere ve olaylara ve durumlara. Gündüz sevmek için görmek gerekirdi. Gece öyle değildi. Gündüz görmek de yetmezdi. Zaman ve mekânda buluşmak gerekirdi. Ya buluşamazsan? Gece herkes birlikte yalnızdı.

O’nun bir adı yoktu. Gerçi lüzum da yoktu. Adlar… Onları da başkaları vermiyor mu bize? Gerçi bazen konuşurdum. Fısıldardım daha doğrusu. Pek çok kez, şu minvalde idi seslenişlerim: “Sen de ‘böyle’ misin?”. Belki de kimsem yok gibi hissederdim ve kendimi Onunla tanımlardım.

İnanmak isterdim var olduğuna. Aklım şüphe ederdi. İnanmayı seçtiğimde ise, duvarın daha çok yumuşadığını hissederdim. Sanki ben O’na uzandıkça, O da bana uzanırdı. Aklımı dinlersem, duvar sertleşir ve soğur, tekrar duvar olurdu.

İşte Duvarın Ardındaki Kız’ın hikâyesi bu. Var ile Yok arasında… Ne Var ne Yok. Bir hayâl, bir anı, bir düş. İnanırsan var, inanmazsan yok. Ama bir şey ki, şahidim, gerçek: İnanınca ısınır ve yumuşar, taştan soğuk odalar.

19.03.2023

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 511

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir