İnsanlara karşı verecek cevabımın olmaması hiç hoşuma gitmez. Burada bir konu hakkında bilgili olmaktan bahsetmiyorum. “Verilecek cevap” şuna da benzeyebilir:
- “Bu konu hakkında pek düşünmedim.”
- “Bu konu hakkında [şu kadar] bilgiye sahibim.”
- “Böyle davranıyorum, çünkü…”
Kısacası neyi neden yaptığım, düşündüğüm,; düşüncelerimi nasıl açıklayabileceğim üzerine düşünürüm. Buna önemli bir mesai harcadığımı düşünüyorum.
Bu amaç doğrultusunda, zihnimde diyalog senaryoları kurmayı severim. Bu senaryolaştırma işi, hem kendi düşüncelerimi keşfetmeme hem de “birilerine bir şeyler anlatmam gerektiğinde” sistematik bir biçimde düşüncelerimi aktarabilmeme olanak sağlar; diye düşünüyordum. En azından şu ana kadar…
İfade düzelteyim; bu şekilde söyleyince, sanki artık bu düşünceden tamamen uzaklaştım, gibi anlaşılabilir. Anlatmak istediğim bu değil, şu:
Artık;
Sorulabilecek HER soruya değil, BAZI sorulara; vereceğim/verebileceğim cevapları zihnimde senaryolaştırmam/diyaloglaştırmam gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki burada sorulabilecek soru ile kastettiğim, aynı zamanda benim de üzerine fikir beyan edebileceğim sorular. Keza kendi zihnimde diyalog oluştururken, zaten kendime bilmediğim bir konu hakkında soru soramam. Yani bilmediğim bir konu hakkında, kendi kendime soru ve cevap üretemem. Mesela Astrofizik alanında herhangi bir okumam (gözlemsel veya kitabî) olmamışsa, bu konu hakkında diyalog kuramam. Çünkü tecrübeye dayalı veri olmadan, içsel düşünce süreci başlayamaz.
Yazının Amacı
Burada biraz duraksayalım. Devam etmeden önce, sizlere bu yazıyı neden yazdığımdan bahsetmek istiyorum.
Bu yazının temel niyeti, Okuyucu’ya bir şeyler öğretmek veya anlatmak değil. Bu yazının niyeti, kendi düşünsel keşfimi kaydetmek; böylece Gelecekteki Ben’in hatırlayabilmesini sağlamak. Yazı, Okuyucu’ya “anlatır nitelikte”; çünkü Bugünün Yazarı, Yarının Okuyucusu’na dönüşecek. İkisine de Ben diyoruz. “Ben nedir?” sorusu ise çok ayrı bir konu, o yüzden ona değinmeyeceğiz.
Kısacası (bu) Yazı, Bugün Yazarı ile Geleceğin Okuyucusu arasında bir köprü niteliğinde. Ve sizi temin ederim ikisi, aynı bilince tabî olmakla birlikte, aynı kişi değil. Yazı’ya, işte bu yüzden ihtiyacımız var.
[28.03.2022]-
2. Kısım
Bu yazıyı tek oturuşta bitiremedim. Şuanda 29.03.2022, yani bu yazıya başladığım günün ertesi günü. Bugün, 1. Kısımda yazdıklarım olmasa; konuyu pek hatırlayabileceğimi düşünmüyorum. Ne var ki dün yazdıklarıma ufak bir göz gezdirmek bile; bana, neyi neden düşündüğümü hatırlatmaya yetti. Böylece, en azından kendime, dün yazdıklarımın doğruluğunu da istemsiz biçimde tekrar kanıtlamış oldum.
Yazının Başlatıcı Olayı
İlk kısımda bahsettiğim biçimde; şu düşünce üzerine zihnimde bir diyalog başlattım:
Farz edelim ki; topluma açık bir mekanda, oturmuş ağaçları ve bulutları seyrediyorum. Birisi gelip bana, ne yaptığımı anlamadığını belirten bir biçimde, ne yaptığımı sorar ise; bu soruya ne cevap vereceğim?
Bahsetmiş olduğum üzere: Cevapsız kalmayı hiç sevmem. Eğer cevabını bilmediğim bir soru olsa “Bilmiyorum.” diyebilirdim. Bu sorunun cevabını ise biliyorum. Bununla birlikte bilmediğim iki şey var:
- Bu soruya nasıl cevap vereceğim,
- Bir insanın bu sorunun cevabını nasıl bilmediği.
Tabii ki bu soru hayali bir senaryo içerisinde soruluyor. Fakat ilk kısımda, eğer dikkat ederseniz şöyle bir konuya değindim: “… tecrübeye dayalı veri olmadan, içsel düşünce süreci başlayamaz.”
Bu argümanı biraz daha açıklayacak olursak:
Yaşamın içinde tecrübe etmediğim bir durum, hal ve duyguyu; zihnimde canlandıramam. Sanırsam bu konunun anlaşılması için, önce konuyla ilgili tecrübe ettiklerimi size özetlemem gerekiyor.
“Tecrübe ettiklerim” şeklinde genel bir ifade kullanıyorum, çünkü yaşamım boyunca sayamayacağım kadar çok tecrübe ettiğim bir durum bu.
Doğrusu hâlâ tam olarak anlamlandıramadım. Pek çok kişiye tuhaf yahut acayip gelen bazı şeyler, bana doğal gelir. Birkaç örnek verecek olursak:
Ağaçları seyretmek, yolun ortasında durup (insanların geçişini engellemeyecek bir biçimde) bulutlara ve göğe bakmak, “sadece” oturmak, “düşünülmesi gerekmeyen” konuları düşünmek (örn.: felsefe)…
İşte bu seferki diyalog senaryom şu endişe ile başladı: Peki ben bunları nasıl anlatabilirim? Bir insan evladı, neden ağaçlara baktığımı sorduğunda; hiç ağaçları seyretmemiş bu zavallıya neden ağaçları seyrettiğimi nasıl anlatacağım?
İşin ilginç yanı şöyle ki: Bu tip sorular çoğunlukla anlamak niyeti ile değil, soru sorulan kişiyi “tembellik, miskinlik, işe yaramazlık” ile suçlamak; yaftalamak için sorulur. Toplumdaki kimi bireyler bunu bir çeşit hak olarak görür. Bunlardan bazıları ise (bu edepsizlik sınırını da aşarak) bu sorgulama davranışını sergileyerek; vatana, millete ve hatta dine hizmet ettikleri gibi bir hisse kapılır. Bu tip insanlar genelde, hayvanları da “topluma bir değer katmadıkları” gibi saçma bir sebepten ötürü hor görür ve aşağılarlar. Mümkünse kendi halindeki hayvanlardan ya kurtulmak ya da onları köleleştirmek isterler. Çünkü bu bireylere göre miskinlik kötüdür. Sanırsam insan türü hariç neredeyse tüm canlıların “miskinlik” sergilediğini hesaba katarsak; miskinliğin “kötü” olduğunu iddia ederek, tüm gezegeni düşman bellediklerini fark edemiyorlar. Çalışmaktan(!) vakitleri kalmıyorsa demek ki…
Bütün bunları düşündükten sonra kendime şu soruyu sordum: Peki neden benim her şeyi “cevaplandırmam” gerekiyor ki? Böylece şu sonuca vardım : HER soru değil, ancak BAZI soruları cevaplandırabilirim. Bu BAZI sorular ise, ancak cevap bulmak ve keşifte bulunmak niyetini taşıyor ise cevaplandırılabilir.
-[29.03.2022]