Pek çok kavram ve olgu, iki şekilde yorumlanabilir: İyi ve kötü olarak. Bununla birlkite doğada ne iyi, ne de kötü bulunur. Hiçbir hayvan için ne “iyi ne de “kötü” denilebilir. Hayvanlara atfedilen iyilik ve kötülük unsurları ise, biz insanların onları anlayış/yorumlayış biçimimizden kaynaklanır. İnsan ise kendisinde bulunandan başka hiçbir şeyi algılayamaz. Bu yüzden denir ki: Ne görüyorsan, O’sun sen.
Yılanların çok güzel olduğunu düşünüyorum. Hayvanların gözlerine bakmayı pek severim. En güzel gözlere kedilerle birlikte yılanların sahip olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte baykuş, kartal, şahin ve genel anlamda gözleri büyük ve açık avcı hayvanların gözlerine hep hayranlık duymuşumdur.
Bu güzel gözleri Rab’bim korusun İNŞALLAH… Bunlar bence en değerli madenlerden bile daha değerli cevherlerdir ve insanoğlu pek kıskançtır… Halbuki isterseler Hakk’ın onların da gözlerini mücevherlerin en değerlisi hâline getirdiğini bilseler, biter miydi acaba insanoğlunun bu kıskançlığı?
İnsanların bir şeye olan kıskançlığı, genellikle kendini bir linç, dışlama ve haset şeklinde gösterir. Çoğunlukla da nefretimizin, daha doğrusu “öteki”ne duyduğumuz hasedin sebebinin kıskançlığımız olduğunu fark etmeyiz. İşte bu hasetten yılanlar da pek tabii payını alır.
Çocukken insanların yılanlara karşı beslediği antipati (hoşnutsuzluk, beğenmeme durumu) bana tuhaf gelirdi. Pek çok yılan türü zehirsiz olmakla beraber, zehirli olsalar bile insan gibi avlayamayacakları bir hayvan türüne sebepsiz saldırmazlar. Ancak onlara saldıracak olursanız veya onları çaresiz hissedecekleri bir biçimde sıkıştırırsanız, kendilerini savunma içgüdüsü ile tepki verirler. Fakat bu tepki çoğu hayvanda aynıdır. Zaten hiçbir hayvan durduk yere (insanlar gibi), başka bir hayvana saldırmaz. En saldırgan hayvanlar bile, belli bir amaç veya içgüdü doğrultusunda davranış sergilerler. Eğer bir yılanı (veya herhangi bir hayvanı) canı tehlikede hissedecek kadar sıkıştırdıysanız, ısırılmanız yılandan ziyade sizin suçunuzdur.
Bunun haricindeyse devasa bir piton yılanı gibi sizi mideye indirebilecek bir yılan ile karşı karşıya değilseniz, bir yılanın bir insanı avlaması da pek sık rastlanan bir durum değil gibi görünüyor.
Yılanlar ayakları olmamalarına rağmen oldukça etkili avcılardır. Pek çok diğer avcı türü kadar hızlı hareket edememelerine rağmen avlanma taktikleri ile bunu telafi ederler. Öte yandan saldırı anında avlarının üstüne oldukça hızlı ve ani saldırı gerçekleştirirler. Yani günlük anlamdaki “hareketleri” diğer avcılara kıyasla çok hızlı olmamakla birlikte, saldırı hamleleri ani, hızlı ve verimlidir.
Yılanların vücutları tam bir zarafet timsalidir. Yılanları hiç sevmeyen bir insan bile, bu zarafeti inkar edemez. Tüm vücutları tek bir hareketin cisimleşmiş formuna benzer. Adeta tek bir fırça darbesi gibi…
Gözleri büyük ve açık hayvanlara duyduğum hayranlığı başta dile getirmiştim. Bu canlılarda ortak bir kelime görürüm: Asalet.
Kediler, şahinler, kartallar, yılanlar… Hepsi bir ulaşılamazlık; soğuk ve güçlü, asil bir duruş barındırırlar. Bana sorarsanız bunların arasında en saf ve masum olanı, bir o kadar da hakkı yenen ve ezilen yılanlardır.
Mesela “yılanın başını ezmek” şeklinde tabir, acep sadece bana mı korkunç ve zalimce geliyor?
Binlerce yıldır bilgeliğin sembolü kabul edilen bir hayvana karşı nasıl olur da böyle haset besler hale geldik acaba? Tıbbın dahi evrensel sembolü bir asa etrafına dolanmış iki yılan değil mi?
Öldürücü, soğuk, keskin, verimli, akıcı, sade; duyulara ve hareketlere sahip olmak… Avâma korkutucu gelen bu hâl, canlarını kurtaran cerrahların, hekimlerin, filozofların ortak özelliğidir halbuki.
Size yılanlara saygı ve hayranlık duymak yerine, haset ve nefret beslemenin farklı bir türünü söyleyeyim: Hekime şiddet, filozofu linç; özetle bilge olana ve bilgeliğe duyulan nefret. Bu nefretin kökeni, yılanlara duyulan nefret ile aynıdır.
Günümüzde kalabalıklar yılanları sevmez; çünkü kendileri de kontrolsüzce üreyen ve hastalık yayan farelere benzer.
Cehaletlerini avlayan soğukkanlı, keskin duyulara, parıldayan bir zarafete sahip olanları; sevmez kalabalıklar.
Belki “Yahu Ali, ne var işte korkutucu hayvanlar bunlar. Sevmiyorsak ne olmuş yani? Ne diye bu kadar tantana yapıyorsun ki?” diye düşünebilirsiniz. Ne var ki, ben sevmenizi değil; nefret etmememiz gerektiğini söylüyorum.
Her hayvan Hakk’ın sıfatlarının bir tezahürüdür. Hepsi kendisinde Tanrının sıfatlarının bir kısmını barındırır. Onlar Allah’ın biz “öğüt alalım diye” yarattıklarıdır! O zaman bir hayvana nefret/haset beslediğinizde, beslediğiniz haset ve nefret; aslında Tanrı’ya ve O’nun esmâlarına yöneliktir.
O zaman yılanlara karşı haset besliyorsak belki kendimize şunu sormalıyız:
“Ben aşağılık bir lağım faresi miyim? İnsan değil miyim?”
Yılanların başının ezildiği bir toplum, farelerin yaydığı hastalıkların içinde boğulmaya mahkumdur.
Hakk’ın kurduğu düzen böyledir.
Not: Bu yazıda farelere atfedilen hastalık yayma ve pis olma durumu, farelerin mutlak “kötü” olduğu anlamına gelmez. Öldürülmeyi hak etse de, hiçbir hayvan nefret edilmeyi hak etmez. Bir canlının ölmesi/öldürülmesi de, onun yaşamayı hak etmediği anlamına gelmez. Sadece doğadaki akışın bir parçası olduğunu gösterir. Bu yazıda insanların neden özellikle yılanlara haset beslediği konusundaki düşüncelerimi paylaştım.
Aliciğim eline sağlık. C. Allah ilmini artırsın inşAllah
Aliciğim gönlüne sağlık. C. Allah ilmini artırsın inşAllah