İlham’ı Tutmak

İlham’ı tutmak, Yer’ini ve Sınır’larını bilmek… İşte tevazunun ve Nefs-i Mutmainne’nin göstergeleri.

İlham’ı tutmak, Yer’ini ve Sınır’larını bilmek… İşte tevazunun ve Nefs-i Mutmainne’nin göstergeleri.

(Belki de hocalarıma fazla yükleniyorum. Tabii, hadsizliğimi – en azından – olabildiğince “potansiyel” düzeyde tutuyorum, yani fikir düzeyinde kendime saklıyorum.)

İlham’ın oluşumu, ancak İç’sel tecrübe ile mümkündür, ki bu da – İç’sel tecrübe – bireyden bireye direkt olarak aktarılamaz. Bu mümkün değildir; keza İç’sel tecrübe Kişi’nin kişisel Hikâye’si ile alâkalıdır. İlham’ı aktarmak isterken Nefs-i Mülhime, aslında kişisel bilinç-dışı tecrübelerini ifade eder; ki gene, bu onun Yaşam Hikâyesi’nden kaynaklanır. Bilinç-dışının Arketip’leri bu Hikâye’nin akışı içerisinde tezâhür eder.

Peki “İlham’ı tutmak” ile kastettiğimiz nedir? Şöyle ki, Nefs-i Mülhime, kendi bireysel tecrübesinin ve buna karşılık gelen İlham’ın “evrensel” olmadığını fark edemez. Fakat aslında, bu İlham ancak onun bireysel tecrübesinin bütünlüğünde bir anlam kazanır. Ne var ki, bunu bir Bütünlük içerisinde sunmadığı zaman, bilgi “parçalı” bir formda kalır.

Yer’ine oturtulmamış bir “puzzle parçası” gibi… Benzer bir tecrübeden geçmiş olan ve bu (söz konusu) İlham Kaynağı ile ilişkisi olan bir Kişi, bu “kısmi” bilginin Yer’ini anlayabilir veya en azıdan sezebilir. Fakat aksi takdirde anlatılan Söz, bilginin tabiatı gereği “havada kalır”.

Dolayısıyla “İlham’ı tutmak” ifadesi, bilginin parçalı-kısmi biçimde Söz’e aktarılmayıp, aksine kendi Bütünlük’ü içerisinde aktarılabilmesi için sabretmek anlamına gelir. O zaman, mânâ etrafa saçılıp dağılacağı yerde, bir Bütünlük Merkezi’nde odaklanır ve kendisine belirli bir Yer ve Sınır’lar edinir. Bu durumda “tutulan İlham” kendi Bütünlüğü içinde bir Eser’e, bir Anlatı’ya aktarılır; ki bu da onun okunmasına ve Okuyucu’nun dünyasında “yeniden canlanmasına” olanak tanır.

Ayrıca; bir Kendilik Merkezi’ne, bir Varoluş Mekânı’na ve Sınır’larını belirleyen Varoluş Koşulları’na sahip olduğu için, “Kim’lik sahibi” olduğu da söylenilebilir.

Yani, kendisini gerçekleştiren (ve Rahim sıfatının tecellisi ile doğan) bu Bilinç-dışı İlham (Bireyleşme İlkesi ile) bireyleşen Eser’i meydana getirir.

Bu yazdıklarımız ilkesel nitelikte olup, İnsânî Yaratım için olduğu gibi, (analojik yer değiştirme yoluyla – yani teşbîhen) İlâhî Yaratım için de düşünülebilir. İç-Dış Bütünlüğü gereği, (Hacı Bektaş Veli’nin Makâlat’ında da bahsettiği gibi) Muhib’ler – yani Mutmain Olan’lar – der ki: “Allah’ı kendimizden bildik.”

07.10.2024

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 522

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir