Nefsin hastalıklarını, ruhsal enerjinin akışındaki tıkanıklıkların bir sonucu olarak düşünebiliriz, diye düşünüyorum. Bu durumda ise, hastanın, ruhsal enerji yani mana akışındaki tıkanıklığa ve buna sebep olan etkene bakmak gerekir.
İlham, bu mana akışı ile oluşa gelir. Biriken enerjinin dışa atılması ruhsal sistemi dengeler. Hiçbir paratoner başına düşen yıldırımı tutmaz. Benzer şekilde, insan benliği de belirli bir ruhsal enerji ile yüklü ise, bu zehrin akıtılması gerekir.
Bu aynı zamanda, neden şairlerin “hemen yazmak” ihtiyacı duyduğunu ve Cemil Meriç’in “yazıya tuvaletsiz çıkmak” ifadesini açıklar.
Peki, kişi bilinç-dışından gelen böyle bir talep ile karşı karşıya ise, fakat bir sebepten, aktarım ihtiyacını gideremiyorsa, yani bir tıkanıklık söz konusuysa, o zaman ne olur?
Kişinin kendi kanındaki amonyak veya karbondioksitten zehirlenmesi gibi, kişi kendi manası tarafından zehirlenir. Çünkü evrensel bir yasa olarak, aktarılması gereken unsuru kendi içinde biriktiren bir sistem, bunun tarafından zehirlenir. Bunun “mana zehirlenmesi” olarak anlaşılabilecek olan “manik hal”e yol açtığını düşünüyorum.
Tıkanıklık, ruhsal sistemde, inkârdan kaynaklanır. O zaman yok sayılan varlıkın ne olduğunu bulmamız gerekir.
Bu tıkanma sonucu oluşan değersizlik ve yetersizlik hissi, kendisini zıddı ile ortaya koyar; yani bir esriklik ve büyüklenmecilik semptomu (ile). Yetersiz hissetmese, mananın aktarımında, yani derdinin anlatımında bir tıkanıklık oluşmayacaktı. Şimdi ise, “manik hal” (mania) yaşayan kişi kendisinin her şey için “fazlasıyla” yeterli olduğu hissiyatına kapılır. Bu da, bahsettiğimiz gibi, ruhsal sistemin içinde sıkılıp, kendi içinde dönüp duran mananın etkisidir.
Anlaşılmadığını düşünen filozof, düşünür, sanatçı gibi; mananın aktarımı, yani derdin anlatımı ile uğraşan insanların, trajik intiharlarını da bu bağlamda düşünebiliriz. Büyük miktarlarda mana (mânâ/anlam) çeken/biriktiren bu insanlar, hepsinin avam tarafından birkaç sözcük ile reddedildiğini görünce, yaşadıkları çaresizlik ve yetersizlik hissi ile birlikte, durgunluğa ve bundan kaynaklanan manik hâle sürüklenebilirler.
Durgunluk hâli için, depresyon da diyebileceğimiz için; bunu “manik-depresif” hal olarak da düşünebiliriz. Fakat tabii ki; gıda zehirlenmesi geçiren bir insan ne kadar ölü ise, manik-depresif kişi de o kadar delidir.
Burada, kanıtlama çabasının etkisini görürüz. Sonuçta bu durumda kişi, kişisel yetki alanının dışına çıkmış olur. Okuyan ve tefekkür eden, kendi bireysel anlam (mânâ) dünyasını inşa edebilir. Fakat bu, gene o kişinin kendi yolcuğudur ve onun kendi Nefs’inde, bahsettiğimiz mana akışını oluşturması ile alâkalıdır. Kimse, Nebi bile, bir başkası için bu sorumluluğu üstlenemez. Bunu deneyen filozof/sanatçı/şair/düşünür/psikolog, manik-depresif hâle sürüklenir. (Belki içe dönüklerde görülen manik-depresif hâlin benzeri, dışa dönüklerde manik-histerik hal olarak kendini gösteriyor da olabilir.)
Çözümü, basit ama irade gerektiren bir iş olarak, “kanıtlama çabasını bırakmak”tır. Ve bir Ayet ile özetlenir:
Beni ve Vahid olarak yarattığımı baş başa bırak.
Müdessir Suresi 11. Ayet
15.06.2024 [yaklaşık tarih]