Bil ki, tüm varlığı kuşatan ve onun üzerinde hüküm süren yüce bir kudret var. İşte o kudret ki, her bir varlığı var eder, doğurur, büyütür ve rızıklandırır. Ona bütünün içinde bir yer verir, bir ömür verir. Onun için zamanda ve mekânda bir alan, bir kayıt açar. Zamanı geldiğinde bu kaydını da geri alır. Hâl böyle ilen, bu kudretin yarattığını sahipsiz ve rehbersiz bırakması nasıl düşünülebilir? Hâlbuki o, her yarattığına gene kendi kudreti ile yol gösterir. O hâlde, bu gam, bu keder niye? Birileri yollarını kaybetti diye… Hâlbuki onların bir Rab’leri vardı, fakat onlar onu unuttular. Şimdi onu hatırlamak için nefsleri ile savaşmalar gerekiyor, mücadele etmekle yükümlüler. Fakat onlar kaçıyorlar, mücadeleden. Birbirlerini zincirliyorlar, birbirlerine ahkâm kesiyorlar. Bu varlığın hükümdârını dinlemiyorlar. Konuşmakla meşguller. Kelimeleri ise hakça seçmiyorlar. Olmayanı söylüyor, olanı gizliyorlar. Oysa Kelâm, ancak Rabb’in bir lütfudur. Onlar ise kelimeleri çalıyorlar, ve kelimeler iğreti birer sözcüğe dönüşüyor. İtibâri bir varoluşa. Hayır, onlar İlâhî Adalet’i de beyân etmiyor. Ve mücâdele etmedikleri için, Ruh onları desteklemiyor.
O zaman göğsündeki daraltanları bırak ve Allah’a sığın. “Eğer onlardan bir fayda gelecek olsaydı, Allah onlara hatırlatırdı.” Sen, bugün, kimsenin vasisi değilsin. Sen Nebi değilsin. Nebi de kimsenin vasisi değildi. Kendi çocukları hariç. Ona düşen, apaçık bir tebliğden başka bir şey değildi. Onların Rabb’i de, Rabb’imiz olan Allah’tır.
10.04.2024