Çözüm
Ölçüm işinin uzam ile alâkasından ötürü, ve nicelik’lendirme işinin ancak uzamsal hareket ile mümkün olmasından ötürü, zorunlu olarak Olasılık metodları da ancak uzam ile alâkalı mevzularda kullanılabilir, işe yarar. Bu bize Olasılık metodlarının Epistemik Sınır’larını verir.
Şayet, bu Sınır’ların haricinde/dışında kullanılırsa; uygulayıcı Kişi bu durumda muhayyilesi tarafından oluşturulan “hayâlî hareket”i, gerçekte ölçülmesi mümkün olmayan bir şey üzerinde uyguluyor demektir. Ve şayet, gene de “pratik” bir fayda sağlanıldığı düşünülüyor ise, ve bu düşüncede bir haklılık payı var ise, bu gene burada bir çeşit “hareket” olduğu içindir. Eğer bu şekilde belirli bir Örüntü yakalanıyorsa da, böyle bir nicelik’lendirme işlemi, durumun niteliksel özelliklerinin yok sayılması anlamına gelir. Ki bu da azımsanamayacak bir kayıptır.
Fakat çoğu durumda, bahsettiğimiz gibi “obje olmayanları obje olarak görmek” durumu söz konusudur. İlk bakışta bu büyük bir sorun gibi gözükmeyebilir; fakat “taş oyucu” örneğinde olduğu gibi; objelere uygulanması meşru olan ama İnsan’lara uygulanması zulüm olan eylemleri düşünebiliriz.
Esasen buradaki Anahtar Kavram, “kontrol”dür. Keza belirli bir nicelik’lendirme işlemi, yani somut olanın nicelikler ile temsil edilmesi ile, aslında burada ya bir Örüntü’nün tespiti ya da oluşturulması söz konusudur.
Her türlü, bir “hareket şeması” olan bu Örüntü’nün “kontrol”ü ve böylece sağlanmak istenen bir “etki” ve bunu ifade eden bir “plan” mevcuttur.
Herhalde, bu durumda bir “araba parçası” söz konusu olduğunda oluşan durum ile, bir İnsan söz konusu olduğunda oluşacak durum arasındaki devasa farkı idrak etmek çok da zor olmasa gerek. Keza biri haklı, yani en azından kendi özel alanında haklı, bir mühendislik uygulamasıdır. İkincisi ise narsist-manik-şizofrenik bir manipülasyon uygulamasıdır.
Tüm bunlarda biz, Batı uygarlığının profan (din-dışı), ve materyalist olmanın da ötesinde, sömürgeci zihin yapısını görmekteyiz. Zaten, İstatistiksel Kontrol metodlarının, esas türetiliş amacı fabrika içi kullanımdır, ki burada da üretilen ürünlerin uzamsal özelliklerinin “kontrol” söz konusudur.
İnsan’ların ve canlıların İstatistik’e konu edilmesiyle, tüm gezegene bir çeşit “pazar yeri”, hatta daha beteri bir “açık hava fabrikası” muamelesi yapılmaktadır. Şüphesiz, bu ancak bir sömürge zihniyetinin eseridir. Ve her tür Semâvî Gelenek’e düşman bir zihniyettir.
Ayrıca bununla da bitmiyor, Keza bu zihniyeti benimseyen Emperyalizm’in bir sonucu olarak, bu zihniyet öğrencilere, itiraz kabul etmeksizin “aşılanıyor”.
Şöyle ki; öğrenci konuyu reddederse dersten geçemez; dersten geçemezse okulu bitiremez; okul bitmezse işe giremez; işe giremezse (eğer “babadan zengin” değilse) beş parasız kalır. Kalabalık sınıfta soru sorma fırsatı da bulamaz. Kısacası; burada Emperyal sistemin korku politikası hâkimdir. (Hoş, öğretim görevlilerinin bu durumun ne kadar farkında olduğunu bilmiyoruz.) Bu durumda, öğrenci öz-değer algısıyla birlikte, sorgulama yeteneğini de yitirir.
Emperyal sistem için, ne de güzel bir “insan-kaynağı”! Özgünlüğünü, sorgulama kabiliyetini, Gerçeklik algısını ve etik değerlerini yitirmiş; yitirmediyse de sakatlanmış, Sistem’e boyun eğmeyi öğrenmiş bir “omurgasız”. İşte Emperyal zihniyetin aradığı ideal çalışan.
Bu durumda yitirilen Ahlak algısından, başka yazılarımızda da söz etmiştik.
17.12.2023