Vahiy, Tek-Bir Kaynak’tan sudur eden, Zaman-Ötesi Bilgi olduğu içindir ki, yozlaşmaya kapalıdır. Keza yozlaşma, ancak bilginin Kaynak’ından kopması veya “ayrık” düşünülmesi sonucu meydana gelir. Bu durumda bilginin esas Kaynak’ı olan Hakk’tan “ayrı” düşünülmesi söz konusudur.
Şöyle ki; İlham ile alınan/kazanılan “kısmî bilgi” söz konusu olduğunda, bu bilgi Varlık’ın belirli bir “yön”ü olduğu için, ve Varlık’ın pek çok “yön”ü tecellîsi) olduğu için, burada artık bir çokluk söz konusudur. Her çokluk ise, kendilerini birleyen bir İlke’ye tâbidir. Ancak bu İlke, bu çoklukun, “kısmî bilgi”nin anlamlandırılmasını sağlayabilir. Zîra, ancak bu biçimde, “kısmî” olanın Küllî olandaki yerinin anlaşılması, (çünkü Küllî olan onu kuşatmaktadır) Ahlak’ın temelini oluşturur.
O zaman “kısmî bilgi” – Bütün’cül Bilgi, İlham – Vahiy ilişkisinde de, İlim Ahlâkı ancak Vahy’e tâbi olmak ile mümkündür. Zîra “kısmî bilgi” kendi kendisinin Bütün’deki yerini belirlemekten âcizdir.
Böylece, Tek-Bir Kaynak’tan “dallanarak” çoğalan “kısmî bilgi”, kendisini taşıyan “gövde”ye yani Tevhid/Birlik İlkesi’ne bağlanarak birlenir. Bu aynı zamanda tüm İlim’lerin “ortak kaynağı” olup, hem İlim’lerin Sınır ve değerlerinin belirlenebilmesine olanak sağlar hem de “disiplinler arası kopukluk”un önüne geçer.
Fakat gelin görün ki, “kısmî” olanın Küllî olana bağlanması ile, artık Kişi bu bilgi üzerinde “sahiplik hakkı” iddia edemez. Keza Birlik İlkesi’ne göre, zaten Hikmet Âlim olan Allah’ındır, onu dilediğine verir. (Bakara/269) Kişi’nin bilgi üzerinde, yani “kısmî bilgi” üzerinde “sahiplik hakkı” iddia edememesi, Nefs’ini putlaştırmasının ve kibirlenip büyüklenmesinin önünü tıkar. Bu aynı zamanda demektir ki, Kişi bu “kısmî bilgi” üzerinden bir iktidar elde edemez, bu bilgiyi keyfince kullanamaz.
Bu son durumda ise, Kişi kendisini Bütün’cül olan ile “kısmî” olan arasında konumlandırıp, Hakk’tan gelen bilginin Aslî Kaynak’ı ile râbıtasını keserek, “kısmî bilgi”yi sahiplenir ve onu Hakk’ın murâdı yerine, Nefs’inin arzularının hizmetine sunar. Burada ise İblis’in tavrına benzer bir tavır görüyoruz.
Aynı zamanda Aslî Kaynak’ından koparılan her şey gibi, “kısmî bilgi” de git gide yozlaşır. Çünkü bu durumda kendisini oluşturan İlke’nin bilgisine erişemez. Ki zaten, kendisi de o İlke’nin bir tezâhüründen, türeyişinden başka nedir ki?
Bu durumda aynı zamanda, kendilerini bu “kısmî bilgi” dallarının “sahipleri, uzmanları” olarak gören tipler belirmeye başlar. Bu şekilde, git gide Bilim kendisini meydana getiren İlke’lerden uzaklaşır. (Yani profan [din-dışı] bilim).
Bu durumda artık, bir İlim Ahlâkı’ndan gerçekten söz edilebilir mi?
16.12.2023