Sırların İnişi

İlham, tabiidir ki kaynağından ayrı düşünülemez. Allah’ın İlm’i sınır tanımadığından, ilham edebileceği hakikatlerin de sayıca bir sınırı yoktur.

İlham, tabiidir ki kaynağından ayrı düşünülemez. Allah’ın İlm’i sınır tanımadığından, ilham edebileceği hakikatlerin de sayıca bir sınırı yoktur. “İlham kaynağı” olarak bahsettiğimiz ise, bu hakikate karşılık gelen müsemmadır. Bu Kendi’si olarak bir ve bütün olan, onu ifade eden kelimelerin ötesinde yer alan bir “anlam paketi”dir. Bu şekilde müsemmalar zaman ve mekânın ötesinde “sabit ve değişmez”dirler. Bunlar ilham olunan bilginin Asl’ı olmaları bakımından; bu bilgi bir Sır ise o zaman bu “kaynakların” bilgisi Sırların Sırrı’dır.

Bilginin Asl’ı olan bu müsemmalar, farklı ve çeşitli Dil’lerde “inerek” zâhir olurlar. Bu Dil, “konuşulan dil” (Türkçe gibi) veya çizgilerin, notaların veya belli bir hareket tarzının dili olabilir. Her türlü Ruh, Zaman’ın Akış’ı ile, bir Şekil’e bürünerek, ifade için aracı olan Dil’in olanakları ile bir tecelli meydana getirir. Dolayısıyla diyebiliriz ki, İlham’ın kendisini ifade tarzı, ifade aracı olan Dil’in özelliklerine göre çeşitlilik gösterir. Bilginin Asl’ı olan müsemmalar ise, açığa çıkan ifadenin kaynağı olmaları bakımından, “görünenin ötesinde”dirler.

Bu tecellinin niteliği ise, Zamansal Özellik’lerine göre, ve tabii Dil’in olanaklarına göre değişiklik gösterir. Misal, Türkçe dili ile yazdığımız bir Şiir ve bir Makale, aynı Öz’den gelmelerine rağmen farklı biçimlere sahiptirler. “Sırların Sırrı” şiirimiz ile onun bir açılımı niteliğindeki bu yazımız buna bir örnek teşkil edebilir.

Zamansal olarak daha “sıkıştırılmış” olan tecelliler, her zaman daha “yoğundur” ve bu “yoğunluk” onlara bir çok-anlamlılık katmakla birlikte, onları te’vile yani asıl anlamlarını kavramaya yönelik bir yoruma da muhtaç kılar. Misal; bir Şiir okuyorken, bu anlam yoğunluğunu Kendi’miz üzerinden yorumlarız. Böylece hakiki anlamda bir tecellinin te’vil edilmesi, barındırdığı anlamın Ruh tarafından Nefs’imizde yeniden canlandırılmasıdır.

Zamansal olarak daha “genişletilmiş” olan tecelliler ise, daha “seyreltik” bir niteliktedir. Bu şekilde daha net tanımlara sahip olurlar, onlara belirlenim kazandıran daha fazla “aracı kavram” bulunduğu için. Her iki şekilde de, anlam Zaman’ın Seyr’i ile açığa çıkar. Bu sebepten, anlam kelimelerin sade kendilerinden ziyade, aralarındaki ilişki ile alâkalıdır. Eğer kelimeyi tekil biçimde inceleceksek, o zaman da o kelimeyi Zamansal Özellik’leri incelememiz gerekir. Yoğunluk arttıkça, kavramlara daha çok “yük” biner ve kavramların kendi başlarına taşıyamadıkları “yük”, bahsettiğimiz “ilişki”leri de yoğunlaştırarak ifadeye Ritim, Âhenk, Vurgu gibi farklı boyutlar kazandırır. Bu bahsettiğimiz “sözlü diller”den başka Dil’lerde de düşünülebilir.

Teşbihen söyleyecek olursak; bu müsemmalar Yıldızlı Gök’teki, sayamayacağımız çokluktaki Yıldız’lar gibidir. Varlıkları pek silik görünür ve kimisinin da bile siliktir. Aynı zamanda yıldızlar gibi Gök’te, yani Mana Alemi’nde “sabit”tirler. Bizler ise aynı yıldızların sahibi olamyacağımız gibi, onların sahibi olamayız ve ancak onları kendi kısıtlı imkânlarımız ve aracı olarak kullandığımız Dil ile ifade edebiliriz. Bu, asla ulaşamayacağımız yıldızlara bir teleskop, bir “görüş merceği” ile bakmaya benzer. Kullandığımız Enstrüman’lar ile, “ulaşılamaz” olanın bir iz-düşümünü bu dünyaya aktarmış oluruz.

02.09.2023

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 511

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir