İbn Arabî, Müsemmâlar hakkında ve Yaradılış’ın mertebeleri hakkında şunları söyler:
“Hakk’ın [Varlığın] Âlem-i Lahût’dan [Mutlak vücudun ilk mertebesi, Varlık mertebelerinin birincisi olan Zât-ı İlâhiye Mertebesi] Âlem-i Ceberut’a [İlahi isim ve sıfatların ezeli ilimdeki oluş hakikatlerinin âlemi], buradan Âlem-i Melekut’a [Ervâh âlemi, Rûh ve melekler âlemi, Emir âlemi], buradan da Âlem-i Nasût’a [Âlem-i Mülk, Şahâdet Âlemi, Cisim ve cismâni şeyler âlemi] kendi iniş mi’racını gerçekleştirmesiyle [varlık âleminde isim ve sıfatlarının mümkünâtı kabiliyetince nüzûl etmesiyle/inmesiyle] mütenasibdir.”
İbn Arâbi’nin bahsettiği, kendimizi daha iyi tanımak için, Hakk’ın (Halk’edişi) Yaradılış Mertebeleri’ni Kendi Zât’ımıza yönelik yorumlayacağız.
Hakk’ın mi’racı İnsan’a, İnsan’ın mi’racı Hakk’adır. Hakk, İlham’ı indirirken; İnsan, onun için infak ettikleri ölçüsünde yükselir. Biri yağmurun yağmasına (Su/Vahy) benzer iken, diğeri odunun yanmasına (Ateş/Aşk) benzer. İkisinin aynı Kap (Beden) içerisinde gerçekleştiğini düşünerek, bu bir kendinden kendine tecelli, bir Simya (dönüştürme) işidir. Bunu bir Yazı’nın yazılışına yönelik yorumlayacağız.
Yazı yazılacak iken, önce içimde bir Ateş (Aşk Ateşi) yanar. Bu ki, Konu’dan veya Yazı’nın hitâbından/içeriğinden önce gelir. Bir İlk Dokunuş’tur. [Âlem-i Lahut]
Bu Ateşîn yakarışı Hakk duymuş, işitmiştir de, Kendi’sine yönelene bir derman, derman değilse de bir teselli lütfeder. Bu ki Zamanın Akışı ile, kulunda vukû buldurduğu mânâdır. Murâd edilen İlâhi isim ve sıfattır, yani bu isim ve sıfatlardan bir tanesidir: Her Sûre’nin ismi tektir. [Âlem-i Ceberût]
Murâd edilen, indirilen bu mânânın/ilhamın bir Şekil almasıdır. Bu İlk Şekil, seçilen kelimelerin ötesinde, bunları bir araya getiren Rûh’un Şekl’idir, işleyen melek(e)lerdir. Yazı’nın ritmidir, kullanılan/oluşa-gelen metodolojidir, yöntemdir. Bu melekler ki, Kelime’leri işler ve bir araya getirir. Kelimeler boncuksa, bunlar kelimelerin dizildiği iptir. Yazı’nın akışı, formudur. [Âlem-i Melekut]
Bir sonraki mertebe, Kelimelerin (eşyanın) indiği (cisimleştiği) mertebedir. Hakk, bu kelimeleri kuluna nasip ettiği Dil ile seçer. Bu dil ki, en genel anlamda Dil’dir. Söz’ün (Logos) yanı sıra, vücudun hareketi, nefes ve mûsiki, çizgiler ve renkler de bu nasipten sayılabilir. Böylecedir ki, Hakk’ın ilhamının pek çok çeşidi bulunabilir. Değil mi ki, o arıya/ârıya da vahyetmiştir.
Kalem’in İş’i ile, yani Yazma Organı, Âhenk Enstrümanı, Söz’ün (Logos’un) Aracı ile, murâd edilen İlke/İsim/Sıfat/Hakikat, maddî âleme iner. Maddesel bir nitelik kazanır. O, artık okunabilir, görülebilir, işitilebilir. [Âlem-i Mülk, Şahâdet Âlemi]
Tüm bu süreç içerisinde, kul Hakk yolunda infâk eder. Kendi’sine artık yük olan, bu dünyaya (aslen nefsine) ait bir unsuru, o İlk Ateş ile, Aşk ile yakar da, Rabb’i âhını dindirecek bir Su indirir katından. O’nun katından indirdiği Âb-ı Hayat Suyu’nu içtikçe (Hakikat Bilgisi’ni varlığına kattıkça) dirilir ve ölümsüzlüğe yaklaşır (Rûh’a yakınlaşır).
Söz’e dair bu gerçekleri, Martin Heidegger şu şekilde anlatır:
“Dil [söz], varlığın evidir. Ki varlık, düşünme ile dile gelir. Dilin meskeninde İnsan ikamet eder. Düşünenler ve şiir yazanlar be meskenin koruyucularıdır. Onlar bunu söylemleriyle dile getirdiklerinden ve dilde sakladıklarından, düşünenlerin ve şiir yazanların bu koruması, varlığın açılımının -açığa çıkmasının- yerine getirilmesidir.”
İbn Arabi ve Martin Heidegger alıntıları için kullanılan kaynakça: (M. Hakan Alşan, Varlığın İki Kutbu, H Yayınları, 2020)
13.07.2023