İlham ve Vahiy, beynin kıvrımlarıyla ilgili…
Özellikle kendimi kötü hissettiğim zamlar, bugün gibi, zaten zayıf olan hafızam berbat bir hal alır. Hatırlamakta zorlanırım. “Neyi hatırlamakta?” diye soracak olursanız, buna kesin bir yanıt veremem. Nasıl karanlığın içine düşen bir insan, “neyi göremediğini” söyleyemiyorsa, benzer şekilde neyi hatırlayamadığımı da söyleyemem. Sadece hatırlayamıyorum.
Dış dünya, ne kadar da yanıltıcı. Eğer dün ve bugün bir çiçeğe bakıp ne gördüğümü sorsaydınız; dün “güzel bir çiçek”, bugün ise “sadece bir çiçek” derdim. Duyularımız işte böyle yanıltıyor bizi: “Güzel bir çiçek” ile “sadece bir çiçek”in aynı şey olduğunu zannediyoruz. Oysa çığlık atan Vicdanım söylüyor bana, gözlerimle göremeyeceklerimi: “Dünyan kararıyor! O çiçek ‘sadece’ bir çiçek değil! Uyuşuyorsun. Uyan!”
Bunun üzerine başka bir ses karışıyor (tüm bunlar metaforik/tiyatral anlatı niteliğindedir) ve diyor ki: “Başlatma şimdi güzelliğine de çiçeğini de! Zaten [filanca yere] geç kaldık. Hem ne diye uğraşalım şimdi çiçekmiş filan… Seni sürekli yordukları yetmedi, bir de şimdi ahkam mi kesiyorlar? Biz bu kadar yorgunken, bu kadar canımız yanıyorken, bu kadar sıkılmışken bir de tutup…”. Şeytanlar sanırım meleklere göre daha geveze. O yüzden burada noktalayalım söz haklarını.
Işık ve Uyanış
“İnsanın, İnsan kalabilmesi için, bir tane de olsa, dostunun olması gerekir. Onu karşılıksız seven…” Buna benzer bir söz okuduğumu hatırlıyorum. Kime ait olduğunu veya nerede okuduğumu hatırlamıyorum.
Bazen tüm dünya yansın istiyorum. Her şey yıkılsın, yok olsun. İnsan zihni tüm bunları söylerken, bir yandan da kendini haklı çıkarıyor: Her şey “diğerlerinin” suçu.
Tüm bunlar olurken dostumu hatırlıyorum ve ne kadar büyük bir yalanın içine kendimi düşürdüğümü fark ediyorum. Dostumun bana her zaman tavrı karşılıksız sevgi ve saygı olmadı mı? Ne zaman canımı yaktı? Asla… böylece kendimden utanıyorum ve hiç de sandığım kadar “masum” bir insan olmadığımı anlıyorum.
Peki dostlarım da benim gibi acı çekmiyor mu? Kendi acımı bir kanıt(!) olarak gösterip, cümle alemi suçlamak; bu şerefsizlik değil de nedir?
O zaman içimdeki Şeytanlarıma diyorum ki: “Beni kandıramazsınız; çünkü dostum olmadan, yaşamamın bir anlamı yoktur. Ya gelin birlikte ölelim, ya da çenenizi kapatın.”
Böylece bağırışıp durmayı kesiyorlar, ya susuyorlar ya da fısıldayarak devam ediyorlar. Belki de konakları (vücudum) olmadan mevcut olamayacaklarını bildiklerindendir.
Yazının üslubu biraz kafa karıştırıcı olabilir. Açıklamaya çalışayım…
İnsan Olmayanların Konuşması
Şeytanların ve Meleklerin konuşması hakkında… Bunlar bulunduğumuz fiziksel realitenin dışındaki mitolojik yaratıklar değiller. Kulağıma gelip fısıldayan kanatlı kırmızı veya beyaz adamcıklar da yok.
Kelime anlamları üzerinden gidelim. Meleke, Arapça’da dilimize geçmiş olup, “güç, kuvvet, kabiyet” anlamlarını taşımakta. Birkaç örnek verecek olursak: “Görme melekesi” veya “Duyma melekesi”. Bu bağlamda “görme melekemiz” yani gözümüz, Melek tanımına uyuyor: Kendi iradesi olmadan, kendini hizmete adamış varlık, kuvvet.
Şeytan ise “gizli tehlike” anlamına gelen Şeyâtin kelimesinden geliyor. İnsan zihni, bu tip soyut tanımları algılamakta zorlandığı için, onları imgeleştiriyor; yani görsel/işitsel/duyusal bir hayal olarak canlandırıyor. Sonuç olarak sanat eserlerinde gördüğümüz Şeytan ve Melek tasfirleri ortaya çıkıyor.
Belki de çok daha basit tabirlerle Düzenin Sağlayıcıları ve Düzenin Yıkıcıları/Bozucuları, olarak da ifade edebiliriz.
Konu biraz uzadı, kusura bakmayın. Tekrar konumuza dönecek olursak; Zihnimin düzenini bozan şeyler/kuvvetler ve toparlayan/düzenleyen şeyler/kuvvetler mevcut. Bunlar neye benzer, şekilleri var mıdır vs. bilmiyorum fakat bir şeyi kesin olarak bilebiliriz: Düzen mevcuttur, bununla birlikte düzeni bozan şeyler ve düzeni sağlayan şeyler de mevcuttur.
Şeytanların ve Meleklerin konuşması olarak, metaforik biçimde anlatmak istediğim ise aslında şu:
Zihnimin düzenini bozan düşünceler/enerji/frekans, Zihnimde imgeleştiği zaman, buna “Şeytanların konuşması” diyorum. İçimde beni güzelliğe davet eden düşünceler/enerji/frekans, Zihnimde imgeleştiği zaman, buna “Vicdanımın konuşması” diyorum.
Şeytanlar (Düzen’i bozanlar) ve Melekler (Düzen’i sağlayanlar); ağaçlar nasıl ve ne kadar konuşuyorsa, öyle ve o kadar konuşurlar/konuşabilirler. Canlı ve somut bir yaratılmış üzerinden örnek vermenin, konunun anlaşılmasını kolaylaştırması düşünüyorum.
Ağaçları yeterince gözlemler ve sever isem, ağaçlar hakkında şunları söyleyebilirim:
Ağaçlar bize sabrın önemini anlatır. Ufacık bir tohumken, sabır ile durmaksızın çabalar durur ve sonunda meyve verebilecek hale gelirler. Ağaçlar bize der ki:
“Başlangıçta sadece Rahim vardı, her yer karanlık ve yumuşaktı. Ne zaman ki içimde beni çağıran sesi dinleyip, kabuğunu kırdım; o zaman Rahman’ı gördüm. Meğer beni var eden, tek ihtiyacım Işık imiş. O ki her şeyi kuşatır, tüm lütufların kaynağıdır. Verdiğin meyve O’ndandır; gene O’na, Rahim’e tohumlanır. Böylece Ben, ömrümü Işığa yönelerek, sabır ve çabam ile, Rızâ makamında geçiririm.”
Peki ağaçların dili var mıdır ki? Ağaçların dili yoktur. Ne var ki, bu sözler ağaçların bana anlattıklarıdır. Ben, bir İnsanevladı, ağaçlara bakar ve seyrederim; “Nedir senin hikayen” derim. Bunun üzerine ağaç, kendisi olmaya devam eder. Fakat Ben, artık sorumu sormuş olduğumdan; onun duruşunu, eylemini, tavrını, geçmişini ve hikayesini cevap kabul ederim. Bir ağacın benimle konuşmak için tek yapması gereken, ağaç olmaya devam etmesidir. O kendini, ağaç olarak Varolarak ifade eder.
Şeytanlar ve Melekler için de aynı durum söz konusu. Onlar kendilerini, kendileri olarak Varolarak ifade eder. Demek ki İnsan zihni, aynı ağaçların konuşmasını yazdığı gibi, onların da konuşmasını benzer biçimde yazabilir. Yani “Şeytan ve Melekler diyor ki…” ifadesi şu anlamı taşır: “Benim Şeytan ve Melek olarak adlandırdığım şeyler, kendileri olarak Varolarak, benim Zihnimde şu kelimeleri canlandırıyor…”
Böylece ağaçlar, melekler ve şeytanlar, canlı cansız, cümle yaratılmışlar İnsan’a; kendilerini, kendileri olarak, Varolarak anlatırlar.
İnsan; anlatılanı dinler, kalem ile yazar.
Ellezi alleme bil Kalem.
Allemel insane ma lem ya’lem.
(Kur’an’ı Kerim, Alak Süresi 4/5. Ayet)
O ki, Kalem ile yazmayı öğretti.
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.