Hz. İsa Hakkındaki Düşüncelerim

Derinlerde...

Bu yazımı felsefi bir incelemeden ziyade bir sohbet ve muhabbeti aktarmak ve (çoğunlukla olduğu üzere) bir yandan da yazarken tefekkür etmek niyeti ile yazmaktayım.

Bu mevzu hakkında ufak bir ekleme daha yapmak istiyorum, bunun içinse bu yazıyı yazdığım şu akşam vaktine gelinceye kadar içerisinde tecrübe ettiğim ve bir konu hakkında bana ibretlik bir ders verdiğini düşündüğüm şu günümden biraz bahsetmem gerekecek. Bugün aldığım dersi anlatabilmek için dünümün bir kısmından bahsetmem gerekecek.

An itibari ile Bodrum’da sevimli bir otelde tatildeyiz. Dün ise gün içerisinde içeriği hakkında detay veremeyeceğim, artık tekrarlamaktan vicdanıma bezginlik ve bıkkınlık vermiş olan ve kendimce “günah” olarak adlandırabileceğim bir olayı tekrar yaşamış idim. Bundan mütevellit canım sıkkın idi. Benzer biçimde kendimi harama bulaşmış olmaktan ötürü “pis” hissediyordum.

Denizin hemen kıyısında olduğumuzdan bir ferahlama ve “temizlenme” psikolojisi ile denize girdim. Zaten kimsenin suratına bakmaya hevesim olmadığından denize girdikten az sonra diğer aile üyelerinden uzağa ve biraz açığa gittim.

Yüzmeyi oldum olası sevmişimdir. Kendimi çok becerikli bir yüzücü olarak adlandırmasam da, Su’ya olan ilgimden ötürü kendimi tatilden tatile kendimce yüzme konusunda geliştirmeye çalışırım. Bu sefer ise bahsettiğim üzere suya biraz daha “motive” girmiştim. Zaten kendi utancım içerisinde boğuluyor olduğumdan olsa gerek, genzime su kaçmasına veya boğulmaya yönelik herhangi bir endişem bulunmamakta idi.

Aynı zamanda çay yaprağının suyun içerisinde özünü salması gibi, ben de kendimi suya bırakmıştım ve içimde dert ve kederleri engin deryanın alıp götürmesini ümit ediyordum.

Gelirken su altı gözlüklerini almayı unutmuştuk. Ben suyun altını izlemeyi çok severim. Dolayısıyla bu durum canımı sıkmıştı. Babamdan ve dayımdan öğrendiğime göre tuzlu suyun gözlere herhangi bir zararı yok imiş. Ben de suyun altında gözlerimi açmayı ilk bu kez denedim. Başta yaksa da gözler alışınca acıtmıyor. Sanırsam şu âna kadarki en keyifli yüzüşümdü. Batma endişem olmadığından suyun altında nefesimi tutmak kolay geliyordu, hatta belki batma isteğimin olduğunu bile söyleyebilirim. Bu şekilde bir süre yüzünce bunun uçmaya pek bir benzediğini düşünmeye başlamıştım.

Bu durum hakkında önemli bir detay şu ki: Asıl isteğim yüzmek değildi; daha ziyade suya karışmak, suyun dertlerimi alıp götürmesini istiyordum. Herhalde denizde dalganın hâli de benzerdir diye tahmin ediyorum.

Şimdi gelelim bugünkü yüzme deneyimime: Tam bir facia! Gene denize girmeden öncesinden bahsedeyim. Büyük dayım ile metafizik – felsefe sohbeti yapıyorduk. Aslında oldukça güzel, zihin açıcı bir sohbetti. Varlık katmanları, öte alemler, O’nun isimleri ve kendini gösterişi gibi derin denilebilecek mevzuları konuştuk. (Dayım çok kitap okumakla beraber, sağ olsun bildiklerini sorduğumuz takdirde bizden esirgemez.)

Sohbetimizin sonlarına doğru içimi bir sıkıntı, günümüz tabiri ile anksiyete hâli kapladı. Bunun başlamasından kısa bir süre önce ise, insanın zihninden nadiren kendini böylesinde net ortaya koyan bir biçimde, “Ben bunları biliyorum, baya bilgiliymişim.” şeklinde bir düşünce geçti. Anlık olarak bu düşünceyi kovsam da anlaşılan o ki tam kovamamışım. Şu ânda dönüp baktığımda görüyorum ki o iç sıkıntısı başladığında aslında bir kibir ve “Varlık İddiası” hâline geçmişim. Allah cümlemizi bu cehennemden korusun İnşAllah! İçimdeki bu derdi alsın diye bir çay söyledim, sanırsam iki bardak içtim. Fakat pek bir faydası dokunmadı…

Ben de içimdeki derdi (ateşi) bastırması ümidi ile denize girdim. Nasıl anlatılır bilmiyorum… Dün duyduğum, kulaç attığımda çıkan o benliğimi sarsan şırıltı yoktu. Kum tanelerinin dünkü tatlı tıkırtısı, kulağıma adeta işkence gibiydi. Nefesimi suyun altında çok az tutabiliyordum, hemen boğuluyor gibi hissediyordum. Bir süre sonra suyun bana ne kadar farklı geldiğini ve düne kıyasla hiçbir keyif vermediğini anlayınca bu beni düşünmeye sevk etti. Denizde yüzüşümü düzeltmeye çalışırken aklıma Hz. İsa’nın bir kıssası geldi. Bir dostumun anlattığı bu kıssayı sizlerle paylaşayım ki o anki hâlimi anlamanız kolaylaşsın.

Hz. İsa’nın döneminde; hiçbir işe faydası dokunmayan, alkolik – ayyaş, küfürbaz, serseri, bir adam yaşamaktadır. Bir gün Hz. İsa’yı sokakta görür ve Hakk peygamberinin nûruna ve edebine hayran kalır. Bir de kendi pis hâline bakar ve kendinden utanır. Utancına rağmen, içinde ona karşı oluşan hayranlıktan ötürü Hz. İsa’yı takip eder ve o birisi ile konuşmak için durduğunda bir köşede uzaktan onu izler. Hz. İsa’nın konuştuğu kişi, iyi eğitimli bilgili bir kimsedir. Köşede sinmiş, Hz. İsa ile konuşmayı ümit eden adama bakar, onu küçümser ve “Şu serseri de size bakıp duruyor, bu pis hâliyle size yaklaşmaya cüret etmese de uzakta dursa bari!” benzeri bir şeyler söyler.

Adamın bu sözleri üzerine gelen vahiy ile Hz. İsa şunları söyler “O kibirli âlime söyle, duasını kabul ettik. O utanmış-sefili, İsa ile birlikte cennete alacağız; o ise cehennemde o beğenmediği sefilden uzak olacak.”

İşte denizde yüzüşümü düzeltmeye çalışır iken bu hikâyeyi hatırladım. Dünkü ben cennete giden gariban serseri iken, bugünkü ben cehenneme giden kibirli âlim idim. Bu açıklamaları bana yapan peygamber vicdanım; bana cenneti ve cehennemi (mikro düzeyde) hazırlayan, Hakk’ın ilminin timsali olan Derya’nın kendisi idi.

Emin Ali Ertenü
Emin Ali Ertenü
Articles: 511

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir