Nefs-i Mülhime, Aktarım kabiliyetine sahiptir. Yani; İlham alıp bunu aktarabilir. Ne var ki, o, bilgiyi sahiplenir ve nefsine mâl eder. Cennette Meslekler başlıklı yazımızda değindiğimiz gibi; esasen o, bir Aracı konumundadır. Kollektif veya Arketipsel diyebileceğimiz mânâyı aktarır. Fakat, bunu nefsine mâl ettiği müddetçe Aktarım’ın kendisi hakkında idrak kazanamaz. (Yani Aktarım’ın ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği hakkında…)
Peki insan, bilginin nefsine ait olmadığının idrâkine nasıl varabilir?
Bu, bilgisayarların işlem kapasiteleri ile ilgili sorulara benzer. Ne kadar hızlanırsa hızlansın, işlemci Zaman’a bağlı Sınır’lara tâbidir. 3. Ontolojik Düzey’e kadar, İnsan Zihni de – benzer şekilde – Bilgi’yi “Zamansal tekrar” üzerinden algılar/anlar. Fakat ne kadar bilgi edinirse edinsin, bu şekilde tüm Âlem’i kuşatamaz; çünkü onu “parçaların toplamı” olarak algılar. Zaman ile yapılan her işlem, toplama işleminin yanı sıra, “parçaların” mevcudiyetini varsayar, ki bunları toplayabilsin. Yani aslında, önce parçalara böler, sonra da (kendi) böldüklerini toplar. Sonra da sorar: “Neden bu işlemlerin sonu gelmiyor?”
Vahim bir hadise.
Aslında bu çelişkili durum, Kişi’nin Yaratıcı’yı inkârında kaynaklanır. Yani, Bilgi’nin yaratılan bir şey olduğunu anlayamayışından. Bu sebepten, Sayma İşlemi’ne kendi Özne’sini dâhil edemez ve şu soruyu soramaz: “Ben ne yapıyorum? Ve neden yapıyorum?”
Nefs-i Mutmainne’nin farkı ise, kendisinin Bilgi’nin bir zuhuru olduğunu sezebilmesidir. Yani o, kendisini Vahid’den ayrı görmez. O zaman, kendi varlıkını meydana getiren İlke’leri okuyabilir; sonra da bunların Kainat’taki çeşitli zuhurlarını seyredebilir. Hâl olarak, Hz. İdris Nebi’nin hâline tekâbül eder. O da der ki: “Yukarıda olan Aşağıdaki gibidir, Aşağıda olan Yukarıdaki gibidir ve birlikte Bir’in (Vahid’in) yüce işini gerçekleştirirler.”
Yani; kendi cüz-i varlıkı ile Varlık’ın Vahdet’ini sezer, bu sebepten suretlerin ardındaki mânâyı özümsemeye yönelir. Keza, Yaradılış’ın Ayet’leri ezeli ve ebedidir, dolayısıyla Zaman’a aşkındır. İşte Kişi, Âlem’i anlamaya ve okumaya, ancak bu Vahdet’e iman ile başlayabilir.
Demek ki; iman, okumanın bir ön-koşuludur. O olmadan, Kitap’ın kapağını kimse açmaz.
02.04.2025