Bilakis, kim vech’ini Allah’a teslim ederse ve o, muhsin (ihsan sahibi) ise, işte onun ecri Rabbi katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyeceklerdir.
Bakara Suresi 112. Ayet
Korku ve hüzün, her zaman Cehalet’ten kaynaklanır. Cehalet’in bu karanlığı ise ancak Anlam’ın (Bilgi’nin) ışığı ile aydınlatılabilir. Allah’ın dostu olan, Varlık’ın Anlam’ına ermiş olanlar içinse “korku ve hüzün yoktur.” (Bakara/112). Allah bizi cahillerden olmaktan korusun. “Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden” (Felak/3), karanlıkları yararak aydınlatan “Felak’ın Rabb’ine sığınırım.” (Felak/1).
Yazılış’ın Katmanları’nda, Nefs Matrisi’nin oluşumuna (yazılışına) değinmiştik. Bu kâfirlerin canları pahasına inkâr ettikleri bir şeydir; bu yüzden kendi öz-benliklerini tanımak için zerre çaba sarf etmeyip “boş konuşanlara ‘selam’ deyip” (Furkan/63) geçeriz.
Gerçekten de; öğrenmeyi reddeden, Hakk için mücadele etmeyen, “kendisini yeterli görenler” (Alak/6-7) için yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Bunlar, kültürel şartlandırmaların biçimini belirlediği, yakıtı ateş (nefsin heva ve hevesleri) olan Nefs Matris’lerini aşamazlar. Aşamadıkları için, “Kalem’e ve yazdıklarına yemin olsun ki” (Kalem/1), onlar yazamazlar da. Keza, bu yeni bir Nefs Matrisi’nin yazılışı demektir; Yaratıcı’ya inanmayan ise yeniden yaradılışa muhatap olmaz, kibrinden mütevellit.
Her varlıkın bir nefsinin olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla her varlık, Bilinç’e muhataptır; başka bir ifade ile “bilinç sahibi”dir. Esasen, Küllî Bilinç ancak İlâhî Kişilik olan Hakk’a aittir; yani Mutlak Varlık’a. Tüm varlıkların Bilinç’inin bir yansıması mesabesindedir. Yansımanın var olmadığını söyleyebilir miyiz? Belki; “Asıl’dan gayrı var olmadığını” söylemek daha doğru görünür.
O zaman, Asl’ımız gerçekten de nefsimizin yazarı olan Hakk’tır, ve “O’nun veçhinden başka her şey helak olucudur” (Kasas/88). Şu durumda, nefsine tutunan “ankebutun ağına tutunur gibidir” (Ankebut/41) ve bu mekir (örgü/desen/yazılım) kolayca bozulmaya meyillidir. İnkâr eden, kendi Asl’ını inkâr ettiği için, ölüm anksiyetesinden kurtulamaz.
İnsan’ı özel kılan en önemli özelliklerinden birisi ise “yaradılışı okuması”dır (Alak/1). Şu hâlde öğretene Rabb deriz, ki o Hakk’ın kuluna bakan vechidir. Tüm varlıklar böylece, Büyüme İlkesi gereğince, kendi fıtratını tanır ve olgunlaşır. İnsan içinse, idrâkin gelişimi (de) söz konusudur.
Saat Sembolizmi’nde bahsettiğimiz gibi, İnsan’ın bu okuyuş faaliyeti; Dört Melek, bunların cemi olan Zaman Meleği ve Yaratıcısı ile yeniden tanışma anlamına gelir.
İşte çift-taraflı İletişim’in muradı budur, ve ancak böylece Muhabbet ile Sohbet meydana gelir. Tüm Yaradılış’ın amacı, Dost yüzü görmek, muhabbetle sohbet etmekten başka bir şey değildir. Tüm yaradılış hikâyeleri, işte bu Sebep’ten yazılır.
Bu sırrı anlarsan, şu ayetin sırrını da anlarsın: “…O’nun vechinden başka her şey helak olucudur…” (Kasas/88)
Fakat biz hatırlamak ve hatırlanmak isteriz, oysa unutan ve unutulacak, ölümlü varlıklarız. Kur’an ise bize şu müjdeyi verir: “Ve Kitap’ta İbrahim’i de an, o sadık bir Nebi idi” (Meryem/41), “ve Kitap’ta İdris’i de an, o sadık bir Nebi idi” (Meryem/56).
Allah’ı uyku tutmaz, ve O, kendisini hatırlamış olanları ebediyyen hatırında (cennetinde) tutar. Kısacası; biz “ölümü tadarız” ve “Biz’e rücu ederiz” (Ankebut/57), fakat O’nun Hafıza’sından asla yok olmayız, yani asla ölmeyiz.
O, yeniden diriltmeye muktedirdir, Kadir’dir; ve yeniden diriltip cennetine aldığı, O’nun hatırladığıdır. Bunlar, yaşarken “iman edip salih ameller işleyenler”dir (Nisâ/57).
Dalalete düşenler içinse Din Günü çok zorlu bir gündür. Kur’an şunu beyân eder: “Onlar Allah’ı unuttu, Allah da onları unutacak” (Tevbe/67).
24.03.2025