Bilinçüstü ve bilinçaltından gelen etkileri ayırt etmenin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun önem arz ettiği Faaliyet Alanlarından birisi de Sanat’tır. Burada, çizimin oluşumu onu oluşturan etkiler hakkında bir farkındalık/idrak ile birlikte oluşuyorsa, o zaman Bilinç’in genişlemesini ve gelişmesini sağlayan Bilinçüstü bir İlham söz konusudur. Bu durumda, çizimde saklı İç’sel kuvvetler onu oluşturmuş, Kalem’e yön vermiştir. Bu da eşyaya şeklini veren İlâhî (Yaratıcı) yasaların, İlke’lerin yeniden zikri, bir Yazım Ortamı’na yeniden çağrılmasıdır. Yani bu çizim, tefekkürün Eser’i olur.
Çizilen’in (veya Yazılan’ın) tefekkürün Eser’i olması için, mânâ akışını sağlayan bir çile ve çaba olması gerekir. Onu gerçek yapan, anlamlı yapan da, Eser’de İç’selleşen bu mânâdır. O zaman, diyebiliriz ki; İç’e dönüş, Adalet İlkesi gereği, Dış’a dönük Şekil’lenmeyi oluşturur.
“Mânâ” ile “Ruh’sal enerji”yi kastediyoruz.
Mânâ akışı için ödenen bedel ise İlksel Ateş’tir [Dert’tir]. (İlksel Ateş: Sanskritçe Agni, Latince İgni)
Aslında Bilinçüstü İlham için, Tek-Bir Şey’e [Rahmân’a] yöneliriz. Sonra bu Tek-Bir Şey, bize Zaman’ın Ruh’u ile bir şey getirir. İnsan, Zaman’a bağlı bir varlık olup, ancak Zaman’ın Seyr’i ile birlikte yaratabildiğinden, bu böyledir. Böylece “Doğ’uş” ile birlikte getirdiklerimizi çözümleriz. Bu da bizi Kendi’mize yakınlaştırır, bize Kendilik’in bilgisini aktarır. İşte bu Aktarım mânâ akışıdır ve Anlatım’ı [Sanat’ı] meydana getirir.
Bilinçüstü yön için söylediklerimiz, Simetri İlkesi gereği, tersinir biçimde Bilinçaltı yön için de söylenebilir. (Yükseliş ve Düşüş arasındaki ilişki gibi.)
Bu sefer, Görünmeyen İç’e değil, Görünen Dış’a odaklanma söz konusudur. İkisi, Birlik İlkesi gereği, ayrıl(a)maz olduğundan; bunlardan birisine yönelmek demek, diğerinden uzaklaşmak anlamına gelir. Bununla birlikte, etki eden Yaratıcı vasıf her zaman Öz’e (İç’e) aittir. Dış, Varlık’ın Bütünlük’ü gereği, her zaman İç’in bir zuhurudur.
O zaman ki, Dış’a yönelir Bilinç, o zaman ne olur? Görüntü, yani Görünen Dış, kendi kendisinin dayanağı olamayacağından, etki gene Görünmeyen İç’ten gelecektir. Fakat bu sefer bilinçlenmeye değil, bilinçsizleşmeye sebep olacak biçimde. O zaman, çizim Gerçeklik’i düzgün bir biçimde yansıtamayacak ve karanlıkta kalan ilkel içgüdüler tarafından Şekil’lendirilecektir. İşte bu, Bilinçaltı etki olacaktır.
İlksel Ateş de bu yönelime eşlik edecek ve Yukarı’nın [Ruh’un] değil Aşağı’nın [Nefs’in] varoluş koşullarından zuhur edecektir. Yani Rahmânî [Yüce] değil Nefsânî [Alçak] olacaktır.
Sanat’ın sahtesini ve gerçeğini işte bu yönelimler üzerinden görebiliriz. Tabii bu yazdıklarımızın Nazarî nitelikte olduğunu ve sadece Görüş geliştirmeyi amaç edindiğini de ekleyelim.
Gene ekleyelim ki, bu yazdıklarımız Cebrî (Cebir’sel) bilginin belirli bir Yaratıcı Faaliyet Alanı’na (Sanat’a) uyarlanmasından başka bir şey değildir. Modern insanın pek çok durumda düşündüğünün aksine, Sanat kesinlikle tamamen subjektif değildir; keza Nefs de Kainat’ta kaim olan Yaratıcı İlke’lere tabîdir. (Yani Nefs de enerji kanunlarının da temelini oluşturan oluşum/yaratım/uyum yasalarına tabîdir. Ve aynı Yaratıcı İlke’ler, Sanat üzerinden zuhur ederek görünümlere bürünürler.) Aksi takdirde kimsenin kimseyi anlaması mümkün olmazdı, Sanat’ın da Anlatım’ın da bir Anlam’ı kalmazdı. Üzücüdür ki, Modern sanat temâyüllerinde bu ahmaklığa sıkça rastlanır. Ve tabii ki beraberinde gelen Nefsânî Cezbe ve Kibr’e.
16.07.2024