“Kötücül” bir eylemde bulunacağım veya bulunmayı düşündüğüm zaman, içimde beni durduran ve engellemeye çalışan bir şey kendini gösterir. Yüreğimde bir sızı oluşur, sanki bir ses duyar gibi olurum.
“Dur.”, “Yapma.”, “(Yanlış yöndesin) Geri dön/gel.”, “Sus.”; bu şekilde beni bazı şeyleri yapmaktan alıkoyar. Tabii ki bu telkinler hoparlör ile söylenen şeyler değildir. Kulak ile işitilen bir sesten ziyade, benliğimin derinlerde hissettiğim bir histir.
Vicdanımın sesini dinlemediğim vakit, ki dinlemediğim çok olmuştur, gözlerim kararır gibi olur. Gözlerime vuran ışık aynı olsa bile, zihnim artık onu düzgün yorumlayamaz hale gelir. Hatta daha doğrusu, tam önümde tüm çıplaklığıyla duran gerçekliğin üzerine bir dizi sanrılar/vehim örtüsü örter. Yani bir dizi gereksiz yorum ekleyerek, zihnimde bir gürültü oluşturur.
Hangisini tercih ederdiniz: Sadece notaların ve müzik için gerekli olan seslerin duyulmasını mı, yoksa müziğe bir cızırtı karışmasını mı?
Herhalde en beteri de, cızırtının yoğunluğundan ötürü, sadece bir gürültü duyulması olurdu değil mi?
Böyle bir durum olduğunda duyduğumuz şeyi Çirkin olarak algılarız.
Müzik ise seslerin uyumu ile oluşur. Uyumsuz seslere Gürültü deriz ve Uyumlu olana ise Müzik.
Evrende ise birbirleri ile uyum içinde olmayan tek bir şey dahi yoktur. Çünkü her şey evrenin kuralları ile kısıtlanmış ve her şeyin sınırları çizilmiştir. Yaratılmış olanların arasında İnsan’ın durumu biraz daha farklıdır fakat buna daha sonra değineceğiz.
Müziğin oluşumu notaları ve seslerin; önce belli sınırlar ile ayrılması, sonra belli kurallara göre sıralanması ve Zaman denilen meleğin Müzik’i ilerlemesi ile gerçekleşir.
Bu süreç, Evren’deki yaradılış süreci için de (neredeyse veya tamamen) aynıdır.
Müzik ve Gürültü, Uyum ve Uyumsuzluk kavramlarını şimdi de asıl konumuz olan Vicdan konusuna bağlayalım.
Vicdanımın sesini dinlemediğim zaman, zihnimde bir gürültü veya cızırtı oluştuğunu söylemiştim. Burada bahsedilen Gürültü ve Cızırtı, nefsimin/egomun âlemin düzenini reddetmesi hâlidir.
Bu durumu açıklamak için isyan, küfür, narsizm, ben-merkezcilik, nefret gibi kelimeleri kullanabiliriz. Tüm bu kavramlar, İnsanoğlu’nun Evren’in düzenini reddetme / ona isyan etme / onu bozmaya çalışması durumunu açıklar.
Bu bağlamda da Vicdan, bizim Evren ile uyumumuzu sağlayan melekedir. Vicdan, Gürültü’ye sebep olanlara engel olmaya çalışır. Vicdan bizi Evren’in kalanı ile bir uyum/râbıta hâline getirir ve bizi “olmamız gereken yer”e yerleştirir. Böylece kişi Yaşama Amacı‘nı bulmuş olur. Bu ise ancak tecrübe edilerek anlaşılabilecek bir durum olduğundan, kelimelerle açıklanamaz. “Yaşamın amacı nedir?” sorusu bu sebepten ötürü kelimeler ile açıklanamaz. Bu sorunun cevabı kendisini ancak ancak İnsan’ın içerisinde barındırır ve kendisini orada, İnsan ile sırlar. Vicdansız kimseleri bu cevabı – gözlerinin önünde olsa dahi – göremez, duyamaz ve anlayamaz.
Vicdan, Hakk ile olan iletişimimizi sağlar. Çünkü Hakk, herkesi ve her şeyi zaten kuşatır, gerçekliğin kendisini oluşturur. Avam, Hakk‘ın sesinin duyulabilmesine şaşırır. Oysa daha şaşırtıcı olan, bize “şah damarımızdan daha yakın olan” O’nu duyamıyor olmamızdır. Vicdan aramıza sokulan engelleri temizler ve gerçeğin üzerini örten şey ile savaşır. “Gerçeğin üzerini örten şey”e ise İblis adı verilmiştir.
İblis, en sade tâbir ile, gerçeklik / Hakk ile aramıza giren ve bizi O’nu dinlemekten alıkoyan şeydir. Bu bağlamda İblis bir karakter, bir kişi olmaktan ziyade Gürültü’nün kendisidir.
İblis bir cindir. Ateş ve havadan oluşur. Fakat burada bahsi geçen Ateş odun ateşi veya meşale ateşi değildir. “Ateş” ile kastedilen enerjidir. Hava ise atmosferdeki gazdan ziyade, “içinde hareket edilen boşluk”tur. Yani İblis kelimesi, “insan algısında düzensizliğe sebep olan enerji” veya “karanlığa çeken kuvvet” şeklinde tanımlanabilir.
İftiraya ve vehme sebebiyet vermemesi açısından ekleyeyim: Cinler hakkındaki bilgim Kur’an’da yazılanlardan ve bunların aklî yorumlarından ibarettir. Halkımızı da aynı şekilde, cinler hakkında çekilen yalan yanlış filmleri ve göz boyayarak insanları kandıran dolandırıcıları reddetmeye davet ediyorum.
Asıl konumuza dönelim: “Cehalete sebep olan”ın tarafını tutanlara Kötü deriz. Kötülük Cehalet’i ve Gürültü’yü savunmaktır.
İyilik ise Kaos ve Bozulma’yı, yapılanmaya ve İlahi Düzen’de olması gerektiği hâle dönüştürmektir. Bu da ancak çaba ile olur ki bu da İyiliği Kötülükten ayıran en önemli faktördür. Bozulmaya karşı koymak sürekli bir Çaba’yı gerektirir.
Çaba göstermek ise İrade’yi gerektirir. Bu sebeple İyiler, İrade sahibidir. Kötüler ise sistemin ve şeytanların kölesidirler. Çünkü aksi yönde bir çabaları yoktur, Düzen’i inşa edecek iradeleri olmadığından dolaylı veya direkt yoldan Gürültü’yü savunurlar.
emeğine, yüreğine sağlık.. hoş bir yazı olmuş:))
Teşekkürler canım kardeşim ☺
Ellerine sağlık yolun açık olsun
Ellerine sağlık yolun açık olsun. Yenilerini bekleriz.